“Klasik Anarşizm ve Modern Ekoloji Üzerine Gözlemler”, Murray Bookchin’in Lewis Herber takma adıyla 1964 yılında yazdığı Ekoloji ve Devrimci Düşünce adlı makalenin bir bölümünü oluşturuyor. New York Anarşistler Federasyonu’nun kurucu ve etkin bir üyesiyken yazdığı bu makaleyle Bookchin, ekolojinin politikayla bağına ve devrimci hareketle ilişkisine dair bir giriş yapıyor.
Bu makale ilk olarak 1964’te Murray Bookchin’in “Comment” adlı haber bülteninde, daha sonra Freedom Press tarafından Colin Ward editörlüğünde Londra’da çıkarılan aylık anarşist gazete Anarchy’nin Kasım 1966 tarihli 69. sayısında yayınlanmıştır. “Klasik Anarşizm ve Modern Ekoloji Üzerine Gözlemler”in ilk Türkçe çevirisini paylaşıyoruz.
Anarşist hareketin geleceği, temel özgürlükçü ilkeleri yeni tarihsel durumlara uygulama becerisine bağlı olacaktır. Bu ilkeleri tanımlamak zor değildir; üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayanan, merkezî olmayan, devletsiz bir toplum. Ayrıca Bakunin’in şurada basitçe özetlediği, metodoloji olmasa da anarşist bir etik var: “Sözde devrimci diktatörlüğü, bir geçiş olarak bile kabul edemeyiz, çünkü devrim bazı kişilerin elinde toplandığında, kaçınılmaz olarak ve hemen gericiliğe dönüşür.” (Korkarım, “Anarşizmi Ciddiye Almak” üzerine güçlü, uzlaşmaz bir makaleye de ihtiyaç var. Kavramları ancak Adam Smith’in uzantıları olarak görülebilecek, burjuva reformunun bin yıllık dünyasında birçok resmi ve maddi mükafatla rahatça konumlanmış çok fazla sözde anarşist var. Ama bu ayrı bir konu). Şimdilik beni rahatsız eden şey, neyse ki genellikle tırnak işareti içinde de olsa anarşizmle kullanılan klasik kelimesi. Kelimenin, yalnızca toplumdaki otorite için değil kendi içinde de hayli ateşli bir ikonoklazm1 can damarı bulunan bir hareket için tuhaf çağrışımları var.
Bana göre anarşizm, insanların dünyanın her yerinde binlerce yıldır yaklaşmaya çalıştığı ölümsüz idealler bütününden oluşur. Bu ideallerin bağlamı zaman içinde değişse de temel özgürlükçü ilkeler tarih boyunca çok az değişti. Yeni durumlarda eski formüllerin ısrarı yüzünden boşuna durgunlaşmamaları için, anarşistlerin bu ideallerin uygulandığı değişen tarihsel bağlamı kavramaları son derece önemlidir.
Modern dünyada anarşizm, önce gerileyen feodal kurumlara karşı köylülerin ve küçük toprak sahiplerinin bir hareketi olarak ortaya çıktı. Almanya’da Köylü Savaşları’nın önde gelen sözcüsü Thomas Muenzer’di; İngiltere’de Gerrard Winstanley, Digger Hareketi’nin yol gösteren katılımcılarındandı. Muenzer ve Winstanley’in kavramları nüfusun çoğunun kırsalda yaşadığı ve en militan devrimci güçlerin kırsaldan geldiği bir dönemin ihtiyaçlarıyla mükemmel bir şekilde uyumluydu. Muenzer ve Winstanley’in ideallerine ulaşıp ulaşamadığını tartışmak can sıkıcı bir şekilde akademik olurdu. Asıl önemli olan kendi dönemlerine seslenmeleridir; onların anarşist kavramları doğal olarak Almanya’daki köylü ordularını ve İngiltere’deki Yeni Model Ordu2 gruplarını oluşturan kırsal toplumdan geldi.
Jacques Roux, Jean Varlet ve Büyük Fransız Devrimi’nin Öfkelileri (Enragés) ile birlikte, Muenzer ve Winstanley tarafından benimsenen kavramların farklı bir tarihsel bağlamda yeniden uygulanmasını, 1793 Paris’inde buluyoruz: Rudé’nin bize aktardığı gibi “küçük esnaflar, küçük tüccarlar, zanaatkarlar, kalfalar, işçiler, serseriler ve kent yoksulları”ndan oluşan yaklaşık 700.000 kişilik bir şehirde. Rouc ve Varlet, Los Angeles’in Watts bölgesindeki asık suratlı zenci kitleleriyle tam olarak karşılaştırılabilecek, temelde sınıfsız insanlara hitap ederler. Onların anarşizmi deyim yerindeyse kentleşmiştir. Açlığın sancılarını dindirme ihtiyacına, huzursuz Gravilliers semtindeki yoksulların sefaletine odaklanır. Ajitasyonları, toprağın yeniden dağıtımından çok geçim derdine, kırsalda komünal kardeşliklerin oluşumundan çok Paris yönetimindeki halk kontrolüne odaklanma eğilimindedir.
Proudhon, kendi tarzında, bu bağlamın en hayati unsurlarını irdeler. Dünyası ve değerleri, Sanayi Devrimi tarafından tehdit edilen zanaatkarın ihtiyaçlarına doğrudan hitap eder. Hemen hemen tüm eserlerinin arka planında Franche-Comte’un köy ekonomisi, Burgille-en-Marnay’ın anıları ve matbaa kalfası olarak yaptığı Fransa turu yer alır. Proudhon, iyi huylu bir aile babası, Paris’ten tiksinen bir zanaatkardı. Paris’teyken “Sürgünümden acı çekiyorum” diye yazdı, “Paris medeniyetinden nefret ediyorum… Doubs, Ognon ve Loue kıyıları dışında asla yazamayacağım”. Oysa 1830’da, 1848’de ve tekrar Paris Komünü’nde ortalığı kasıp kavuranlar fabrika işçisinden çok Parisli zanaatkarlardı ve Prodhon’un doktrinlerine bağlıydılar. Tekrar geldiğim nokta şu ki, Proudhoncu anarşistler dönemlerinin insanlarıydılar; zanaatçıların acı ve ıstırap dolu yıkımıyla, yani Fransa’daki toplumsal çalkantının çoğunun kaynağı olan sorunlarla uğraştılar.
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, anarşist düşünce kendisini yeni bir tarihsel bağlamda, sanayi proletaryasının yükselişinin damgasını vurduğu bir dönemde buldu. Dönemin en etkili ifadesi, Bakunin ve Kropotkin’in eserlerinden çok Christian Cornelissen, Pierre Monatte, “Big Bill” Haywood, Armando Borghi ve Fernand Pelloutier’in daha az kalıcı makale ve konuşmalarında bulundu – kısacası, anarko-sendikalistlerde. Pek çok anarko-sendikalist liderin anarşist fikirlerden reformist bir sendika görüşüne kayması bizi şaşırtmamalı. Bu konuda çoğu zaman sanayi işçisinin değişen zihniyetini ve onun burjuva toplumunda artan payını izlediler.
O halde geriye dönüp bakarsak, anarşist ilkelerin, birkaç yalıtılmış entelektüelin kişisel fikrinden daha fazlası olarak, her zaman tarihsel bir bağlamda giyildiğini görürüz. Büyük Fransız Devrimi’nden önce, anarşist doktrinler köylü hoşnutsuzluğunun tüm dalgalarında yükseldi. Fransız Devrimi ile Paris Komünü arasında, bu doktrinleri ileriye taşıyan tarihsel dalga zanaatkar hoşnutsuzluğuydu. Ve 1871 Paris Komünü ile 1936 İspanyol Devrimi arasında, anarşizm -bu sefer Marksist sosyalizmle birlikte- sanayi proletaryasının kaderini taşıyan hareketlerle çağlayarak duruldu.
Bugün dünyada hala yaygın bir köylü hoşnutsuzluğu var: Gerçekten de, en şiddetli hoşnutsuzluğun kaynağı Asya, Latin Amerika ve Afrika köylerinde bulunacaktır. Hâlâ modern teknolojiyle toplumsal konumu baltalanan zanaatkarlar ve sınıf mücadelesini hayatın kaba, dolaysız bir gerçeği olarak gören milyonlarca sanayi işçisi var. Eski anarşist programların, tarihsel deneyimle gelişen ve sonraki düşünürler tarafından olgunlaştırılan birçok yönü, kuşkusuz hâlâ dünyanın birçok yerinde geçerlidir.
Ama gerçek şu ki, Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Avrupa’nın birçok ülkesinde anarşist ilkeler için yeni bir tarihsel bağlam ortaya çıkıyor. Devasa kentsel kuşakların gelişmesi, toplumsal yaşamın devlet kapitalizmi içinde artan biçimde merkezileşmesi, otomatikleştirilmiş makinelerin tüm üretim alanlarına yayılması, geleneksel burjuva sınıf yapısının çöküşü (burada yalnızca eski hırsız baronların ortadan kaybolması değil, işçi sınıfının gerilemesini kastediyorum), maddi hoşnutsuzluğu bastırmak için “refah” tekniklerinin kullanılması, burjuvazinin -daha doğrusu devletin- ekonomik altüst oluşlar ve krizlerle başa çıkma yeteneği, bir savaş ekonomisinin gelişmesi ve emperyalist ulusların ABD çevresinde yeniden düzenlenmesi -kabaca Pax Americana olarak adlandırılan şey- bu yeni bağlamın ayırt edici özellikleridir. Eski endüstriyel laissez-faire3 kapitalizminin yerini almış olan bu yeni devlet kapitalizmi çağı, anarşist hareketin daha önceki kaideleriyle sınırlandırılmadan ciddiyetle ele alınmalıdır. Bu teorik zorluğun üstesinden gelmede başarısız olmak, mevcut tüm hareketleri kalıcı, külfetli bir durgunluğa mahkûm edecektir.
Ekolojik bir yaklaşımın, eski sendikalist yaklaşımdan daha anlamlı bir tartışma alanı sunduğu yeni sorunlar ortaya çıktı. Yaşamın kendisi, anarşistleri giderek artan bir şekilde, kentsel yaşamın kalitesiyle, toplumun insanî çizgide yeniden örgütlenmesiyle, yeni, genellikle tanımlanamayan tabakalar tarafından yaratılan alt kültürlerle -öğrenciler, işsizler, muazzam bir entelektüel bohemya- ve hepsinden öte 1960’ların başındaki barış hareketi ve sivil haklar mücadeleleriyle toplumsal farkındalık kazanmaya başlayan bir gençlikle ilgilenmeye zorluyor. Tüm tabakaları ve sınıfları şaşırtıcı bir sosyal hareketlilik ve güvensizlik durumunda tutan şey, bilgisayarlaştırılmış ve otomatikleştirilmiş bir teknolojinin ortaya çıkmasıdır. Çünkü Batı dünyasındaki çoğu insanın mesleki veya profesyonel geleceğini tahmin etmek neredeyse imkansızdır.
Aynı nedenle, tam da bu teknoloji, gerçekten özgürleşmiş bir toplum vaadiyle de doludur. Anarşist hareket bu vaadi, diğerlerinden daha fazla, derinlemesine araştırmalıdır. Bu teknolojiyi tamamen özümsemeli, gelişiminde, olasılıklarında ve uygulamalarında ustalaşmalı ve vaadini insancıl terimlerle ortaya koymalıdır. Dünya şimdiden, Thomas More ve William Morris’in organik ütopyalarındaki hümanist eğilimden çok Huxley’in Cesur Yeni Dünyası’na ve Orwell’in 1984’üne benzeyen mekanik “ütopyalarla” kuşatılmış durumda. Yalnızca anarşizm, modern teknolojinin vaadini organik bir bakış açısıyla ve insan odaklı bir yönle demleyebilir. Ekoloji, bu tarihi sorumluluğun yerine getirilmesine mükemmel bir yaklaşım sağlar. Anarşist hareket bu sorumluluğu ciddiye almazsa ve teknolojinin vaadini öngörülebilir bir kılavuzlar bütününe çevirme işine kendini tam olarak vermezse, teknokratik, mekanik bir yaklaşım kuvvetle muhtemel ki gelecekte modern düşünceye egemen olma eğiliminde olacaktır. İnsanlardan, mevcut kentsel canavarlıkların, kitle toplumunun, merkezi, bürokratik bir devletin “gelişmiş” ve hileli versiyonuna teslim olmaları istenecek. Bu canavarlıkların kalıcı veya istikrarlı olacağını sanmıyorum. Tam tersine, huzursuzlukla kaynayacak, yeni bir barbarlığa doğru gerileyecek ve sonunda doğal dünyanın intikamından önce çökecekler. Ancak toplumsal çatışma en temel, en kaba şartlara indirgenecektir ve insanlığın özgürlükçü bir toplum vizyonunu yeniden kazanıp kazanamayacağı aslında şüphelidir.
Tarihsel süreçte büyüleyici bir diyalektik vardır. Çağımız, yaklaşık dört yüzyıl önceki Rönesans’a çok benziyor. Thomas More’dan Valentin Andreae dönemine kadar, feodal toplumun çöküşü, eski kurumların açıkça düşüşte olduğu ve yenilerinin henüz ortaya çıkmadığı garip, ara bir sosyal bölge ve tanımlanamaz bir dönem üretti. Geleneğin yükünden kurtulan insan zihni, genelleme ve hayal gücünün esrarengiz güçlerini kazandı. Deneyim alanının tümünde özgürce ve kendiliğinden dolaşarak, sık sık zamanın maddi sınırlarını aşan şaşırtıcı vizyonlar üretti. Bütün bilimler ve felsefe okulları, bir makalenin veya bir broşürün yayılmasıyla kuruldu. Eski gerçeklerin yerini yeni potansiyellerin aldığı, yeni olanaklarla örtülü olan genelin, feodal toplumun külfetli ayrıntılarının yerini aldığı, geleneksel zincirlerden sıyrılmış insanın, donakalmış bir yaratıktan canlı, araştırıcı varlığa dönüştüğü bir zamandı. Yerleşik feodal sınıflar, orta çağ dünyasının neredeyse bütün değerleriyle birlikte yıkılıyordu. Yeni bir toplumsal hareketlilik ve kıpırtı, neredeyse çingenelerinkine benzeyen bir değişim özlemi, batı dünyasını sardı. Burjuva toplumu bu akışta zamanla kristalleşti ve feodal uygarlığın yerini alacak tamamen yeni kurumlar, sınıflar, değerler – ve zincirler – getirdi. Ancak dünya bir süredir prangalarını gevşetiyor ve bugün sandığımızdan çok daha az tanımlanmış bir yazgıyı, geriye dönük “tarihsel” tutumlarımızla hala arıyordu. Bu dünya bizi bolca renklendirilmiş, tarifsiz güzellikte ve doğum vaadiyle yüklü unutulmaz bir şafak gibi büyülüyor.
Bugün, yirminci yüzyılın son yarısında, biz de bir toplumsal çözülme döneminde yaşıyoruz. Eski sınıflar çöküyor, eski değerler çözülüyor ve iki yüzyıllık kapitalist gelişmenin özenle geliştirdiği yerleşik kurumlar gözlerimizin önünde çürüyor. Rönesans dönemi atalarımız gibi, biz de potansiyeller ve genellikler çağında yaşıyor, ufuktaki ilk ışıklarla yön bulmaya çalışıyoruz. Sanırım anarşizmin kendisini on dokuzuncu yüzyılın prangalarından kurtarmasını ve teorilerini yirminci yüzyıla güncellemesini istemek artık yeterli olmayacaktır. Böyle bir istikrarsızlık döneminde, her on yılda bir, istikrarlı koşullar altında bir değişim kuşağı gözlemlenir. Biz daha da ileriye, önümüzde uzanan yüzyıla bakmalıyız; insanın hayal gücünü serbest bırakma konusunda ölçülü olamayız.
Lewis Herber (Murray Bookchin) – Anarchy Dergisi, Sayı: 69. Kasım 1966, Freedom Press. Londra.
(1) Ç.N: İkonoklazm, bir kültürün kendi dini ikona ve diğer sembollerine ya da anıtlarına dini ya da politik güdülerle planlı saldırısıdır.
(2) Ç.N: Yeni Model Ordu (New Model Army), İngiliz İç Savaşı sırasında İngiliz milletvekillerinin kurduğu bir ordudur.
(3) Ç.N: laissez-faire kapitalizm: Ekonomide devlet müdahalesinin olmadığı kapitalizm.