Güncel Anarşist Tartışmalar-1: Spesifik Anarşist Örgütün Temel Kavramları (1)

ÇEVİRENLERİN ÖNSÖZÜ

Anarşizmin tarihi boyunca kavramlara ve örgütlenme modellerine dair birçok tartışma yürütülmüştür. Türkçe kaynakların azlığı sebebiyle dünyanın pek çok yerinde süregelen bu tartışmaların bazılarından haberdar bile olamasak da her bir tartışmanın teoriyi de pratiği de güçlendireceğini düşünüyoruz.

Özellikle son yıllarda yayınlanan metinleri tercih edeceğimiz “Güncel Anarşist Tartışmalar” çeviri dizimizi Tommy Lawson tarafından geçen ay yayınlanan Spesifik Anarşist Örgütün Temel Kavramları broşürünün ilk bölümüyle başlatıyoruz. 3 bölüm halinde yayınlamayı planladığımız bu broşürde Lawson, Anarşist-Komünistler ve onların örgütsel pratikleri hakkında bilgi veren temel teorik kavramları tanıtıyor. Teorik kavramların ardından anarşist hareketin tarihi boyunca kullanılan örgütlenme biçim ve stratejilerine değiniyor.

“Anarşistler hangi kavramı nasıl değerlendirir? Hangi örgütlenme modeli tercih edilebilir ya da hangilerinden feyz alınabilir?” gibi sorulara cevap ararken karşımıza çıkan bu metni, kesin cevapları verdiği iddiasıyla değil -hatta salt ekonomik bir “sınıf” vurgusu yapması, işçi mücadelesini diğer mücadelelerin üzerinde değerlendirmesi gibi sebeplerle eleştirilmesi gerektiğinin altını çizerek- başkaca tartışmaların önünü açması umuduyla sizlerle paylaşıyoruz.

(Foundational Concepts of the Specific Anarchist Organisation PDF)

GİRİŞ

Bu broşürün amacı, Anarşist-Komünistlerin örgütsel modelleri, stratejileri ve taktikleri hakkında bilgi veren temel kavramları tanıtmaktır. Bu çalışma, bu kavramları anlaşılması kolay bir şekilde ortaya koymaya çalışsa da, genel olarak anarşist ya da sosyalist teoriye giriş niteliğinde değildir. Anarşist-Komünist politik eğilimlerin tarihi boyunca oluşan Anarşist-Komünist örgütlerin genel pratiklerini yansıtmaya çalışır. Bununla birlikte elbette hem tarihte hem de günümüzdeki örgütlenmeler arasında kabul edilmesi gereken bazı teorik ve pratik farklılıklar vardır. Ancak genel olarak, spesifik anarşist örgütlenmenin genel taslağını, tutarlı bir teoriler ve pratikler dizisi oluşturur. Bu broşürün, farklı örgütlenmelerin bağlamı ve pratikleriyle ilgili daha ayrıntılı araştırma yapması için okuyucuya ilham vermesini umuyoruz.

Broşürde yer alan konular ve kavramlar, konu ile ilgili temel kavramları kapsama girişimini ve ayrıca bir dereceye kadar anarşist hareketteki kişisel önyargılarımı ve deneyimlerimi yansıtıyor. Bu çalışma -hatalardan genel olarak Anarşist-Komünist örgütlerden ziyade benim sorumlu tutulmam gerektiği anlamında- yalnızca benim temel kavramları açıklamam olarak alınabilir. Ancak kuşkusuz, bir dereceye kadar Avustralya’daki hareketin ruh halini ve tercihlerini de yansıtıyor. Örneğin, günümüzde Avustralyalı Anarşist-Komünistler, Especifismo’nun spesifik anarşist örgütlenme teorisiyle eleştirel bir ilişki içindedirler(Murphy, 2020). Bu sebeple, bazı kavram ve konuların dahil edilmiş olması kadar bazılarının dahil edilmemiş olması da dikkate değerdir.

Anarşist-Komünist teorinin genişliğini ve tutarlılığını gösterme girişiminde, bir okuma listesi önerisi derlemek yerine belirli metinlere kasıtlı olarak atıfta bulundum. Referans vermek lüzumsuz olmadığı takdirde verimlidir. Erişilebilirlik adına, referanslar olabildiğince Anarchist Library, Libcom ve Marxists çevrimiçi arşivlerine yapılmıştır. Kitaplara yapılan atıflar genellikle çeviri tercihi içindir veya kaynak henüz çevrimiçi arşivlerde bulunmamaktadır.

Bazen bir dipnot detaylandırılacak, daha fazla ayrıntı verecektir. Dipnotlar bazen farklı bölümleri birbirine bağlayan kavramlar arasındaki ilişkiyi de açıklayacaktır. Bazı kavramlar diğerlerinden fazla genişletilmiştir. Bunun nedeni, fikrin, tarihsel bağlam eklemek veya pratik örnekler vermek için Anarşist-Komünistler açısından özel önemi hakkında daha fazla açıklama gerektirmesidir. Diğer kavramlar, genel olarak devrimci sosyalist teoriyi daha fazla yansıttıkları için daha kısadır. Genel olarak umut edilen, bu çalışmanın Avustralya’daki Anarşist-Komünist eğilimin tutarlılığına ve daha da gelişmesine katkıda bulunması, aynı zamanda uluslararası yoldaşlar için faydalı olmasıdır.

SPESİFİK ANARŞİST ÖRGÜT NEDİR?

Spesifik anarşist örgütün modern konseptini oluşturan fikirlerin Uluslararası İşçiler Federasyonu (IWMA) içinde bulunan Sosyal Demokrasi İttifakı’na kadar uzandığı söylenebilir. Birinci Enternasyonal olarak da bilinen büyük bir kurum olan IWMA, erken sosyalist hareketin bir araya gelişini yansıtıyordu, çünkü doğmakta olan sosyalist fikirler işçi sınıfının kurtuluşunun anlamını tartışıyordu.  Birinci Enternasyonal içinde bulunan James Guillaume, Mihail Bakunin ve diğer ‘federalist’ devrimciler, devrimci hedefler için propaganda yapan spesifik, devrimci sosyalist bir örgüt oluşturma ihtiyacını savundular (Graham, 2015). İttifak’ın tam gelişmemiş yapılarının hatları bu yoldaşlar tarafından çizildiğinden, anarşistlerin üniter devrimci örgütlenme pratiğini birbirine bağlayan kızıl (ve kara) bir ipin izi tarih boyunca izlenebilir. Spesifik anarşist örgütler, daima militanlar için eylemlerini koordine edebilecekleri; teori, pratik ve yeteneklerini geliştirebilecekleri ve kolektif bir şekilde anarşist fikirlerin propagandasını yapabilecekleri bir alan olarak işlev gösterdi (Federazione dei Comunisti Anarchici, 1985). 

Anarşizm, akademisyenler ve entelektüeller tarafından oldukça geniş bir felsefe olarak görülse de, teorik temelleri ve tarihsel yandaşlarının büyük çoğunluğunun pratikleri kesinlikle örgütsel, sınıf mücadelesi sosyalist harekete dayanıyordu. İsyancı anarşistler ve sendikalistler gibi diğer akımlar o zamanlar bunları reddetmiş olsa da Anarşist-Komünistlerin büyük çoğunluğu hem spesifik devrimci politik örgütlerin hem de kitlesel işçi örgütlerinin savunucuları oldular (Corrêa, 2021). 

Anarşist-Komünist örgütsel teorinin günümüz okuyucusunun aşina olabileceği en çağdaş tezahürü, ‘especifismo’ olarak bilinir. Especifismo, 1960’lı yıllarda programlı anarşist örgüt ihtiyacı çerçevesinde vardıkları belli başlı sonuçlara atıfta bulunmak için Uruguay Anarşist Federasyonu (FAU) tarafından teorize edildi. FAU, Uruguaylı işçilerin isyanlarında ve daha sonra askeri diktatörlüğe karşı olan direnişte önemli bir rol oynadıktan sonra ‘especifismo’ modeli Arjantin ve Brezilya’ya, daha sonra Amerika’ya yayıldı (Lawson, 2022). 

Especifistlerin fikirleri ve Peter Arşinov, Ida Mett, Nestor Mahno ve Rus Devrimi’ni takip eden diğerleri tarafından yazılan Liberter Komünistlerin Örgütsel Platformu yazısındaki fikirler arasında birçok benzerlik vardır. Uruguaylı anarşistlerin kendi fikirlerini geliştirirken Platform’un tarihsel belgesine erişimlerinin olmaması ise oldukça şaşırtıcıdır. Yine de, 1920’lerin ortalarında Platform’u bir model olarak benimseyen Bulgar Anarşist-Komünist Federasyonu (FAKB) üyelerinin tarihinden haberdarlardı ve etkilenmişlerdi.  Anarşist-Komünist hareketin hem en etkili üyeleri hem de yandaşlarının çoğu, biçim konusunda küçük anlaşmazlıklar olsa bile, tutarlı bir şekilde benzer bir stratejiyi savundular (Corrêa & da Silva, 2022). 

Günümüzde Platformizm, İkili-Örgütlenme ve Especifismo kavramları birbirlerinin yerine kullanılabiliyor. Ne zaman ve nerede evrimleştiklerine dair tarihsel bağlam göz önüne alındığında küçük farklılıklar bulunuyor. Ancak bu broşürde, tarihsel pratiğin sürekliliğini vurgulamak ve terimin ortodoksisine geri dönüşü önermek için “Anarşist-Komünist” terimini kullanıldı. Umuyoruz ki broşür aynı zamanda, geçen yüzyılda hiçbir şekilde durgun kalmayan Anarşist-Komünist fikirlerin modern bir ifadesini de yansıtır.

“Sosyalizmle ortak olarak anarşinin bir temeli, çıkış noktası, temel çevresi, koşullarının eşitliği vardır; ışığı dayanışma, yöntemi ise özgürlüktür. Tıpkı ufuk gibi biz ona yaklaştıkça hızla uzaklaşan mükemmellik değildir, mutlak ideal değildir; o herkesin yararına olan her türlü ilerlemeye ve her türlü iyileştirmeye açılan bir yoldur.”

Errico Malatesta, Anarşi, 1891.

ANAHTAR FİKİRLER

Bu broşürün ilk bölümü, Anarşist-Komünistler için temel kavramlara ilişkin giriş niteliğinde açıklamalar içerir. Bunlar, spesifik anarşist örgütün örgütsel kavram ve modellerinin, stratejilerinin ve taktiklerinin ortaya çıktığı teorik temeli oluşturur. Burada verilen liste, genel anarşist teori açısından kapsamlı değildir. Yükseltilen bazı kavramlar, Anarşist-Komünistlerin ve diğer anarşistlerin onları anlama biçimleri arasında bir çizgi çekmek için açıkça dahil edilmiştir.

Anarşizm

Anarşizmin kendisi bir dizi ideolojik ilke, temel strateji ve özgür bir toplum vizyonu olarak anlaşılabilir. Ayrıca anarşizm, sosyalist hareketin devrimci, sınıf mücadeleci eğilimidir. İlkeleri, anti-kapitalizm, federalizm ve araçlar ile amaçlar arasında mümkün olan en büyük uyumu yakalamaya çalışmaktır. Bu ilkeler sınıf mücadelesine, özyönetime, doğrudan eyleme ve parlamentarizmden kaçınmaya dayalı bir dizi stratejiyle sonuçlanır. Hedef, her türlü sömürü ve baskıdan arınmış, doğrudan işçiler tarafından işletilen bir toplumdur (İşçi Dayanışma Federasyonu, 2018). Anarşizm, nihayetinde bir metodolojidir (Malatesta, 1891). İlke ve stratejileriyle var olan anarşist metodun amacı, Anarşist-Komünistlere göre anarşinin kendisiyle eşanlamlı olan komünizme doğru ilerlemektir (Cafiero, 1880).

Komünizm

Komünizmin özü, “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” (Marx, 1875) cümlesinde yatar. Tüm kapitalist toplumsal ilişkilerin ortadan kaldırılmasıdır; emeğin ücretlendirilmesi, metalaştırma, değişim değeri…

Komünizm, çeşitli devrimciler tarafından “üreticilerin özgür birliği” olarak tanımlanan yeni bir toplumun yanı sıra bireyin de kendini gerçekleştirmesini garanti eden bir dizi kolektif yöntem ve ilkenin inşasıdır (Puente, 1932; Enternasyonal Komünistler Grubu, 1930) Komünist bir toplumda herkese yaşamak için tüm ihtiyaçlara erişim, yaşamın her alanına tam anlamıyla demokratik katılım ve bireysel olarak gelişmek için mümkün olan tüm fırsatlar verilecektir. Ayrıca komünizm, sömürü ilişkilerinin yok edilmesiyle sınıfsal ayrımların da ortadan kaldırılması olacaktır.

Sınıf Mücadelesi

Kapitalist toplum nihai olarak iki temel sınıfa ayrılır. “Üretim araçlarına” sahip olan ve burjuvazi olarak da bilinen kapitalist sınıf ve “üretim araçlarına” sahip olmayan işçi sınıfı.

Kapitalistler sanayiden elde ettikleri karı maksimize etmeye çalışmak zorunda oldukları için maliyetleri düşük tutmanın yollarını ararlar. Kapitalistler genellikle, işlerini pazarda rekabetsiz hale getirebilecek  yüksek bir fiyata ürünleri satmak yerine başka çözümler bulurlar. İşçi istihdam etmek, daha ucuz malzeme kullanmak veya ücretleri düşürmek yerine otomatik makinelere yatırım yaparlar.

“Üretim araçlarına” sahip olmayan işçilerse hayatta kalmak için sahip oldukları tek şeyi -çalışma kabiliyetlerini- satmak zorunda kalırlar. Zaman ve emek karşılığında işçilere ücret ödenir. İşçiler bu ücretle yiyecek ve giyecek almak, kira ödemek, fatura ödemek, işe ulaşım için ödeme yapmak, çoğalabilecekleri ve hayatın tadını çıkarabilecekleri her şey için ödeme yapmak zorundadırlar. Açıkçası, işçiler ne kadar iyi ücret alırlarsa tatmin edici bir yaşam için o kadar fazla fırsata sahip olurlar. Bu, işçileri kapitalistlerle doğrudan bir çarpışma rotasına sokar.

Ancak bu durum, sadece zorunlu ihtiyaçlarla sınırlı kalmaz. Kapitalizmin mantığı, toplumun tamamının kar etmeye ihtiyacı olduğu fikrine dayanır. Kapitalist çıkarlar hükümete hükmediyor (iklim değişikliği konusundaki eylemsizliği düşünün, birçok sanayi kolunda kapitalistlere çok pahalıya mal olacak), yerel planlama, televizyonda gördüğümüz içerik ve hatta aile yapısını şekillendiriyor. Üretilen her şey, toplumun daha büyük ve gerçek ihtiyaçları için değil kâr için üretiliyor. İşçilerin toplumun büyük çoğunluğunu oluşturduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu, bütün toplum yapısının burjuvazinin sınıf egemenliğine tabi olduğu anlamına gelir.

İster Anarşist-Komünist ister Marksist olsun, tüm devrimci sosyalistler için, bu çelişkilerin üstesinden gelinebilmesinin tek yolu kapitalizmin ortadan kaldırılmasıdır.

Köylüler, esnaflar ve sürekli işsizler gibi “orta sınıflar” olarak tanımlanabilecek kesimlerin varlığından bahsetmemek ihmalkarlık olur. Bu diğer sınıflar, tarihsel ana bağlı olarak, kapitalistlere karşı mücadeleye dahil edilebilir veya edilmeyebilir. Ancak, toplumun temel çatışmasının kapitalist üretimle ilgili olduğu, işçiler ve kapitalistler arasında olduğu bir gerçektir.

İşçi sınıfını toplumsal dönüşümün anahtarı yapan şey, yalnızca maddi ihtiyaçlarının doğasının kapitalistlerinkiyle çatışma şekli değil, aynı zamanda devrimci bir dönüşüm sırasında toplumun hayatta kalmak için hala üretmeye ihtiyaç duyacak olmasıdır. İşçiler böylece devrimci dönüşümde en önemli sınıf haline gelirler, çünkü herkesin ihtiyaçlarını karşılamak için üretimi hem sürdürme hem de yeniden yapılandırma becerisine ve bilgisine sahiptirler.

Sınıf Bilinci

Sınıf bilinci, işçilerin kapitalist toplumdaki konumları hakkında sahip oldukları farkındalık anlamına gelir. Yani, kapitalizmin sosyal yaşantılarını nasıl şekillendirdiği, nasıl sömürüldükleri ve sistemi nasıl yıkıp başka bir tane inşa edebilecekleri konusundaki kavrayışlarını ifade eder. Karl Marx, işçi sınıfının “kendinde” bir sınıf olarak var olduğunu, ancak mücadele yoluyla yerini fark ettiğini ve aktif olarak yeni bir toplum için mücadele ettikçe “kendisi için” bir sınıf haline geldiğini söyleyerek bunu net bir şekilde ortaya koydu (Marx, 1847) . Böyle bir ifade, bireyler arasında fikir aktarımının gerçek süreçleri hakkında büyük psikolojik kavrayışlar içermeyen bir soyutlama olsa da, belirli bir zaman diliminde  işçiler arasında hakim olan ruh halini ve siyaset biçimini anlamanın bir yolu olarak geniş çapta uygulanabilir. Anarşist-Komünistler, sınıf bilincinin en yüksek halinin, bireyin toplumdaki konumunun ve hem bireysel olarak hem de kolektifin bir parçası olarak onu değiştirmek için hareket etme kapasitesinin farkında olduğu zaman gerçekleştiğini anlarlar (Bookchin, 1975).

Anarşist-Komünistler, sınıf bilincini geliştirme sürecini, proletaryanın ihtiyaçları ile kapitalist sınıf arasındaki çekişmenin artmasının ve maddi ihtiyaçlar çatışmasının organik bir sonucu olarak görürler. Anarşist-Komünistler ve onların spesifik örgütleri burjuvazi ve proletarya arasındaki çatlağı derinleştirirken, işçi sınıfının diğer herhangi bir siyasi örgütü gibi, kendilerini devrimci bilincin nihai sonucu olarak değil bu sürecin bir parçası olarak görürler. Politik bir vizyona ve ideolojiye sahip işçilerin toplumsal mücadelesine kendi kavrayışlarını aktarma ve katkıda bulunma girişimleridir (Federazione dei Comunisti Anarchici, 2003).

Özgürlük

Özgürlük ideali, anarşist fikirlerin merkezinde yer alır. Ancak bu terim oldukça soyut görünebilir. Anarşist-Komünistlere göre özgürlük iki taraf içerir: Negatif özgürlük, “-dan özgürlük” ve pozitif özgürlük, “-a özgürlük”.

Negatif özgürlük, baskıcı toplumsal ilişkilerden özgürlük olarak görülebilir. Bununla kastedilen kapitalizm, devlet, yoksulluk, ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi ve akla gelebilecek her türlü ayrımcılıktır. Negatif özgürlük olmadan, pozitif özgürlük olamaz.

Pozitif özgürlük, bir bireyin tüm potansiyeline ulaşma yeteneğine, bir şeyleri başarmaya dayanır. Bu, herkesin kaynaklara, eğitime ve sağlığa erişebildiği eşitlikçi bir toplumu gerektirir. O halde Anarşist-Komünistlere göre toplum, salt bireysel bir temelde elde edilemeyecek olan özgürlüğün garantörüdür. 

Mikhail Bakunin buna dikkat çekmiştir:  “Toplum, insanın insani varoluşunun temeli ve doğal başlangıç noktasıdır. Bunu, bireysel özgürlüğünü veya kişiliğini ancak çevresindeki tüm bireylerle bütünleşerek ve toplumun kolektif gücü sayesinde gerçekleştirmesi takip eder. Materyalist teoriye göre … toplum, bireyin özgürlüğünü azaltmak ya da kısıtlamak yerine onu yaratır. Toplum kök ve daldır, özgürlük ise meyvedir.” (Bakunin 1895/1973, s. 145).

Demokrasi

Anarşistler de dahil olmak üzere radikaller arasındaki demokrasi tartışmaları, demokrasinin tanımına dair tartışmalar yüzünden sıklıkla sekteye uğrayabilir. (Baker, 2022). Demokrasi kavramı genellikle bu sorundan muzdariptir, bu yüzden biraz genişletmek gerekir. “Demokrasi”yi, insan kitlelerinin birkaç yılda bir herhangi bir partiye veya politikacıya oy verdiği kapitalist devletlerin burjuva yönetim sistemi olarak düşünürsek, anarşistler böyle bir demokrasiye karşıdırlar (Price, 2018). Burjuva demokrasisi ikiyüzlüdür ve esasen “burjuva ve kapitalist çıkarları” diktatörlüğünün üzerini örter. Ancak gerçek bir diktatörlüğe kıyasla açıkça tercih edilebilirdir.

Radikal işçi sınıfı demokrasisi söz konusu olduğunda, terimin kendisi ne kastedildiğini kapsamak için yeterli değildir. Sosyalist demokrasi, ekonominin nasıl yönetileceğine dair kararlar almak için birkaç yılda bir işçi parlamentosuna işçi adayları seçmek anlamına mı gelir? Bu, burjuva demokrasisine tercih edilebilir olsa da Anarşist-Komünistler böyle bir işçi demokrasisine de karşıdırlar.

Demokrasi aynı zamanda faydacı felsefenin birikimiyle gelir. Yani, çoğunluk için en iyisi herkes için en iyisidir. Dolayısıyla standart uygulamada bir oylama, yüzde elli artı bir oy ile sonuçlanırsa kazanılır. Çoğunluk oyu, her zaman Anarşist-Komünistlerin baskın uygulaması olmuştur, ancak tüm hikayeyi anlatmaz. Bu nedenle Anarşist-Komünizmin “özgürlükçü” yönü her zaman vurgulanmıştır. 

Çoğunluk her zaman haklı olmadığı için, çoğunluk her zaman azınlıklara dikte etme hakkına sahip olmamalıdır. Ama tam tersi de olmamalıdır, azınlıkların çoğunluğa dikte etmesi daha kötü olur (Malatesta, 1926). Anarşist-Komünistler, insanların, başkalarının özgürlüğünü ihlal etmemesi koşuluyla, istediklerini yapmak için baskıdan özgürleşmeleri gerektiğine inanırlar. 

Yukarıdaki noktaların mantığından yola çıkarak demokrasi, eğer Anarşist-Komünistler tarafından olumlu bir tanım yapılacaksa, demokrasinin en radikal gerçekliği anlamına gelir. Herkes işyerinde ve toplumda alınan kararlarda söz sahibi olmalıdır. Çoğunluğa saygı duyulur, ancak azınlığın haklarını ihlal ettiklerinde değil. Böyle bir kavramın uygulanması tamamen pratiktir ve zaman zaman yine de çoğunluğa saygı duyulmalıdır (Price, 2000). Örneğin, belirli bir banliyöden geçen bir tren hattının geliştirilmesi, pratik olarak çoğunluk desteğini gerektirecektir. Buna karşılık, çoğunluğun bir sosyal kulüpte kısıtlayıcı bir kıyafet kuralı uygulamak istediğini düşünün, bu çok saçma olurdu.

Örgütlerin çoğu insanın katılamayacağı kararlar alması gerektiğinde, anarşistler belirli bir yetki devri uygulamasını savunurlar. Karar verilecek konular önceden yerel gruplar tarafından tartışılır, kararlar ve görüşler alınıp delegeye iletilir. Delege, öngörülemeyen gelişmeleri tartışmak için bir dereceye kadar özerkliğe sahip olsa da, temsil edeceği görüşlere göre tartışması ve oy kullanması beklenir. Her toplantının ardından delegeler, görevlerini yapmadıkları takdirde geri çağrılabilir ve değiştirilebilir. Bu anlamda, Anarşist-Komünistler için demokrasi benzersizdir; azınlıkları veya bireyleri gereksiz yere sınırlamayan ve bağlamayan toplumsal yaşama tam anlamıyla katılımın gerçekleştirilmesi anlamına gelir.

Araçlar ve Amaçlar

Nispeten basit bir kavram gibi görünse de araçlar ve amaçlar arasındaki uyum, anarşizmin kalbinde yer alır. Anarşist-Komünistlerin nihai hedefleri özgür bir toplumdur ve böyle bir topluma ulaşmak için kullanılan araçların böyle bir amaca ulaşmak için yeterli olması gerektiğine inanırlar. Mücadelede kullanılan araçlar, ulaşılmak istenen amaçları etkilediği için, sadece niyetlere göre değil ürettikleri gerçek sonuçlara göre de yargılanmalıdırlar (Malatesta, 1920).

Tüm felsefi düşüncelerde olduğu gibi, araçlar ve amaçlar kavramını ele alırken doğru soyutlama düzeyini korumak önemlidir. Örneğin, savaşsız bir dünya istiyorsak, bazıları “tutarlı amaçlar ve araçlar” mantığıyla pasifizmde ısrar edebilir. Ancak bu, savaşsız bir dünyayı amaçlasa da anarşist bir pozisyon değildir. Anarşist-Komünistlere göre, insanlığın kurtuluşuna katkıda bulunduğundan, ezilenlerin kendilerini ezenlere karşı şiddet içeren eylemlerde bulunması meşrudur. Ancak Anarşist-Komünistler, militarizm üzerine kurulu bir toplumun eşitlikçi, özgürlükçü bir toplum üretmeyeceğini de vurgularlar. Bu nedenle, ezilenlerin ezenlere karşı silahlı mücadelesine ilişkin pratikler, anarşizmden beslendiği sürece, tutarlı olmalıdır.

Araçlar ve amaçlar arasındaki bağlantı nedeniyle anarşist-komünistler, kullanılacak araçların da mücadele içindeki işçi sınıfının özyönetimine ve örgütlenmesine katkıda bulunması gerektiğinde ısrar ederler (Price, 2020). Bu temel konumdan federalizm ve doğrudan eylem mantığı doğar. Dolayısıyla, bir örgütün her üyesinin söz sahibi olması, yetkilendirilmiş delegelerin atanması ve liderlik pozisyonlarındaki insanlara verilen yetkilerin kısıtlanması, işçi sınıfının bağımsız mücadelede ısrar etmesi gibi anarşizme bir şekilde içkin bir dizi pratik vardır. Sosyalist değerlerin doğası ve geleceğin toplumu için vizyon soyut olduğundan ve çeşitli eğilimler tarafından tartışıldığından, anarşistlerin savunduğu mücadele biçimleri, işçi sınıfının devrimci araçları ve amaçları kendileri şekillendirme yeteneğine sahip olmasını sağlamaya yardımcı olur (Kinna, 2016).

Tarihsel Materyalizm

Tarihsel materyalizm, Anarşist-Komünistler ve Marksistler tarafından paylaşılan felsefi bir kavramdır. Teori ilk olarak Marx ve Engels’in eserlerinde dile getirildi, daha sonra Mikhail Bakunin tarafından erken anarşist teoriye dahil edildi (Morris, 1993, #78). Tamamen ampirik veya eksiksiz olmayan bir düşünme aracıdır, ayrıca somut koşullar hakkında düşünmek için yararlıdır (Oganização Socialista Libertária, 2007). Tarihsel materyalizm, toplumun herhangi bir aşamasında var olan fikirlerin sadece soyut ve insanların onları fark etmesini bekleyen hayaletler gibi dolaşan bağımsız şeyler olmadığını iddia eder. Bunun yerine, tarihin belirli bir aşamasında insanların çevreleriyle pratik, maddi etkileşimlerinin doğrudan sonucudur (Engels, 1880).

Tarihsel materyalizme göre, insanlık tarihinin her (kabaca tanımlanmış) ‘aşama’sı bir üretim tarzı, yani insanların kendi yaşamlarını üretmek, tüketmek ve yeniden üretmek, çevrelerini inşa etmek ve şekillendirmek için çevreleriyle etkileşime girme ve nihayetinde insan türünü çoğaltma biçimiyle tanımlanır. Bu aşamaların her biri, çeşitli sınıf ilişkilerini ve dolayısıyla çeşitli çelişkileri, toplumsal değişimi çatışma yoluyla yönlendirir (Federazione dei Comunisti Anarchici, 2003).

Bu çelişkilerin her birinden sonunda yeni üretim biçimleri ortaya çıkar. Sınıflar arasındaki büyük çatışmalar insanlık tarihine damgasını vurur. Antik Roma’daki köle isyanlarını, Orta Çağ’ın köylü isyanlarını ve kapitalizmin doğuşundan beri Rus ve İspanyol Devrimleri gibi işçi isyanlarını düşünün. 

Elbette bu, tarihin önceden belirlenmiş bir yol izlediği veya tarihi şekillendiren “rastgele olaylar” olmadığı anlamına gelmez. Veya insan eylemlerinin kaderin gidişatını değiştiremeyeceği anlamına da gelmez. Ancak, genelgeçer bir kural olarak, sınıf mücadeleleri, tıpkı üretim tekniklerinin gelişimi ve bilimsel yenilikler gibi, insanlık tarihinin şekillenmesine ve yönüne işaret eder.

Marx ve Engels’in görüşlerini, gelişimin kuralları olarak yorumlayan ve komünizme ulaşılabilmesi için her toplumun bir dizi aşamadan geçmesi gerektiğini öne süren bazı “Marksistler” olmuştur. Bu tür indirgemeci yorumlar, tarihsel materyalizmi devrimci içeriğinden uzaklaştırır. Tepki olarak, bazı anarşistler Marx ve Engels teorilerini tamamen reddettiler ki bu da büyük bir hatadır. Daniel Guérin’in belirttiği gibi “​’tarihsel materyalizm basit bir determinizme indirgenmemelidir; kapı, bireysel özgür iradeye ve kitlelerin devrimci kendiliğindenliğine sonuna kadar açık olmalıdır (Guérin, 1981).”

Anarşizm, Marx’ın fikirlerine sıkı sıkıya bağlı değildir, bunun yerine ideolojik amaçlarına yönelik tüm doğru bilimsel ve felsefi anlayışları kullanmaya çalışır.

Diyalektik

Diyalektik, uzun tarihsel kökleri olan felsefi bir kavramdır. Anarşizmle ilişkisi, Alman filozof Friedrich Hegel’den kopuş sırasında sosyalist felsefenin belirli eğilimlerinin gelişimine kadar geri götürülebilir. Marx, Engels, Bakunin ve bir grup genç radikal, diyalektik fikrini “tez, antitez ve sentez” olarak ortaya koyan Hegel tarafından eğitilmişti.

Diyalektiği basit terimlerle soyut bir kavram olarak ortaya koymaya yönelik herhangi bir girişimin kuşkusuz eksiklikleri olacaktır, ancak kavram radikal literatürde tutarlı bir şekilde göründüğü için temel bir açıklamaya girişmeye değerdir. Esasen tez zaten var olan bir şeydir, anti-tez onun “olumsuzlanması” veya karşıtıdır. İkisi çatışır, diğerinin unsurlarını yok eder veya emer ve sentez üretir. Hegel bu kavramları ruh gibi soyutlamalara, Marx ise toplumdaki sosyal sınıflara uyguladı. Burjuvazi, kapitalist toplumsal ilişkilerin tanımlayıcı sınıfı olarak var oluyorsa, proletarya da onun karşıtı olarak var olur. Komünizmin sentezinde her ikisinin de ortadan kaldırılmasıyla çözülen bir çatışmaya girerler. 

Bu soyut düşünme biçimi yararlı olabilir, ancak yalnızca bir araçtır. Marx’ı takip eden Friedrich Engels, diyalektiği felsefe ve sosyal bilim dışındaki alanlara oldukça şüpheli olan çeşitli şekillerde uygulamaya çalıştı.

Ancak diyalektiğin teorik bir araç olarak gücü, şeylerin statik olmadığını açıklamak için materyalist felsefeye uygulanmasıdır. Çatışmadaki çoklu güçlerin dengesine göre sürekli değişirler. Anarşist-Komünistler bazen teoride diyalektik terimini bu şekilde kullanırlar, ancak bu tüm anarşistler için geçerli değildir. Mikhail Bakunin ve Elisée Reclus gibi bazı klasik yazarların kendi diyalektik anlayışlarına sahip oldukları iddia edilebilirken, Peter Kropotkin gibi diğerleri, doğa yasalarını ve gerçekliği yanlış yansıtacak şekilde yorumlanabileceği için bu kavramı reddetti (McLaughlin, 2002; Clark, 1997; Kropotkin, 1913; Organização Socialista Libertária, 2007).

Teori ve İdeoloji

Anarşist-Komünistler için teoriyi neyin oluşturduğu ile ideolojinin ne olduğu arasında açık bir fark vardır. Anarşist-Komünistler ideolojinin “sorununu” çözmeye çalışmak yerine, teori üretiminin yanında var olması gerektiğini kabul ederler.

Teori, gerçeği bilmemizi ve kavramamızı sağlayan entelektüel araç ve kavramların ürünüdür. Mümkün olduğu kadar objektif olmaya çalışır; mantığa, gerçeklerin ve verilerin toplanmasına, test edilebilir hipotezlere dayanır. Diğer yandan, ideoloji ise insanları eyleme motive eden bir dizi soyut ilkedir. Anarşistler açısından ideoloji, esasen politik eylem için bir “motor”dur (Mechoso & Corrêa, 2009).

Sosyalizmin kaçınılmaz olduğuna inanmadıkları için anarşistler, işçi sınıfı arasında, kaynağını sınıf mücadelesinden alan anlayışlarla dolu yeni bir yaşam tarzı için bilinçli bir arzu gelişmesini sağlamalıdır. Devrimciler için eylem, yalnızca tarihin belirli bir aşamasında sahip olduğumuz sınırlı bilimsel bilgiye dayanabilir, ancak bu bizi hedeflerimize ulaşmaya çalışmaktan alıkoymaz. Bunun yanında, teorinin gelişimine ideolojik değerler tarafından ivme kazandırılır (Oganização Socialista Libertária, 2007).

Devlet

Anarşist-Komünistler için devlet, toplumdaki sınıf ilişkilerinin tezahürü olan zorlayıcı, merkezi bir kurumdur. Mikhail Bakunin, “Devlet her zaman şu ya da bu ayrıcalıklı sınıfın mirası olmuştur; ruhban sınıfı,  aristokrat sınıfı  ya da  burjuva sınıfı” (Bakunin, 1950). Peter Kropotkin’e göre “Sermaye ve devlet, birbirleri olmadan asla var olamayacak olan ve paralel büyüyen iki şeydir” (Kropotkin, 2014, #498). Errico Malatesta’ya göre toplum, diğer sınıf tarafından ezilmiş ve baskılanmış kitleler  ile ufak mülk sahiplerinin, yükselerek kendi sınıfını koruyan, meşru kılmaya çalışan özel bir sınıftan (yönetenlerden) oluşur. Wayne Price’ın belirttiği gibi, ‘devleti kapitalist ekonomi bağlamına yerleştiren teoriler arasında… anarşizm ve Marksizm öne çıkıyor’ (Price, 2018).

Marksizm ve anarşizmde devlet, sınıf mücadelesinin bir tezahürünü temsil ederken, burjuva devletinin unsurları, tarihsel olarak Marx ve Engels tarafından anarşistlere göre daha ilerici olarak kabul edildi (van der Walt & Schmidt, 2009, s. 96). Marksizm’in ötesine geçen anarşistler, devletin zorlayıcı yöntemler kullanan hiyerarşik ve merkezi bir kurum olduğunu da öne sürerler (Baker, 2019).

Devletin egemenliğini zor yoluyla uygulayan bir dizi kurumu vardır; polis, ordu, hukuk sistemi ve yargı, hapishaneler ve tüm bu baskıyı yöneten bir bürokrasi. Devletin sağlık, toplu taşıma ve altyapı gibi hizmetleri verdiği düşünülürken, kapitalist toplumun verimli çalışması için bunların zorunlu olduğu ve devletin sunduğu bu bir takım ‘olumlu’ hizmetlerin işçi sınıfının mücadelesiyle kazanıldığı unutulmamalıdır. Devletin nihai amacı kapitalist toplumun yeniden üretilmesidir.

Anarşistler, devleti analiz ederken ince bir ayrımın vurgulanması gerektiğini savunuyor. Devlet nihai olarak kapitalist egemenliği sürdürmek için var olsa da, herhangi bir toplumdaki farklı kapitalistlerin çıkarlarından farklı çıkarlar da üretir. Bu nedenle, devletin etkinliğini her zaman tamamen kapitalistlerin çıkarlarına indirgemek yanlıştır. Bir bütün olarak burjuvazinin çıkarları bazen kendi içlerinde de çatışır. Bu, bireysel kapitalistler, uluslararası şirketler ya da herhangi bir toplumun politikacıları arasında olabilir.

Ancak her iki durumda da, toplumu yönetmenin bir aygıtı ve biçimi olan devlet yok edilmelidir. Toplumun, zor gücüne sahip bir yönetici azınlık altında merkezileştirilmesi, eşitsizliği yeniden üretir. Herhangi bir devlet biçimini sürdürürken kapitalist toplumu devirmek mümkün olsa bile, anarşistler birçok eşitsizlik biçimini yeniden üretecek militarize edilmiş bir sosyalist toplumun peşinde koşmazlar. Bunun yerine, Anarşist-Komünistler, sınıflı toplumu düzenleyen yasal, askeri ve idari kurumların ortadan kaldırılmasını amaçlar. Bunların yerini, komünist üretim yöntemlerine dayanan federe ve kendi kendini yöneten proleter yapılar alacaktır (Federazione dei Comunisti Anarchici, 2008).

Anarşist-Komünistler, devletin rolünü görmezden gelerek kapitalizmin ortadan kaldırılamayacağına inanırlar, ancak devleti ortadan kaldırmak da kapitalizmin sonunu getirmeyi garantilemez.

Baskıcı Toplumsal İlişkiler

Anarşist-Komünistler sadece kapitalizme ve devlete karşı değildir; ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi, transfobi vb. her türlü baskıya karşıdır. Tutarlı bir tarihsel materyalist analiz, bu baskıların herhangi bir toplumda aldığı somut biçimlerin, söz konusu toplumun tarihsel ve üretici ilişkileri tarafından biçimlendirildiğini öne sürer. ABD’de siyah ve beyaz işçiler arasına giren ırkçılık buna örnek gösterilebilir (Rashid, 2021). Sınıf yapıları, sınıf dışı baskıların aldığı biçim için temel olsa da, baskı yalnızca kapitalizmin getirisi olmaya indirgenemez. Her baskı biçimi somut doğası içinde analiz edilmelidir (Price, 2007). Bununla birlikte, liberal kesişimsellik kavramlarının önerdiği gibi sınıf, ırk ve toplumsal cinsiyetin benzer “örtüşen” baskılar olduğu fikri doğru bir tablo sunmaz ve ileriye dönük yararlı bir yol sağlamaz (Volcano & Rouge, 2013).

Tüm işçileri birleştiren ve direnişte dayanışma olanağı sunan -ancak bu süreçte baskıcı ilişkilere bireysel ve kolektif olarak meydan okunduğunda- sınıf ilişkisidir. Ayrıca, analiz ve pratiğin anlamlı kalması için, toplumsal cinsiyet gibi kimlik ve baskı teorilerinin gelişimi bir sınıf mücadelesi çerçevesine dahil edilmelidir (Akemi & Busk, 2016).

Sömürgeleştirme

Avustralya’da yazılan her geniş kapsamlı devrimci siyaset teorisi tartışması, zorunlu olarak sömürgeleştirme sorununu ele almalıdır. Anarşist-Komünistlere göre sömürgeleştirme, bir toprağın yerli halkının mülksüzleştirildiği bir süreçtir. Sömürge süreçleri, kapitalist toplumsal ilişkiler dünyaya yayılmadan önce başlamış olsa da, sömürge projeleri yine de erken sermayenin çıkarları tarafından şekillendirildi ve ivme kazandı. Sömürgeleştirme hem kendinde bir süreçtir hem de emperyalizme yakından bağlıdır. Sermayenin birikim süreçlerindeki siyasi çıkarları merkezileşmeyi gerektirir, kapitalizm ve burjuva devleti dışında hiçbir toplumsal sisteme müsamaha göstermez. Dolayısıyla, sömürgeleştirme süreci, liberal bir kapitalist rejim altında bile sona ermez (Bonanno ve diğerleri, 2019).

Bugün kapitalizm daha fazla kaynak, daha fazla kâr ve burjuva ulus inşası projesi uğruna yerli toplulukları mülksüzleştirmeye ve yok etmeye devam ediyor. Devam eden sömürge projeleri, aynı zamanda, burjuva ulus projesinin dışında var olan yerli özerkliği ve kimliği inkar eden, zorlayıcı asimilasyon süreçlerine de dayanıyor (Melbourne Anarchist-Communist Group, 2008). Anarşist-Komünistler, kapitalist sistem altında -hiçbir anlamda- yerli toplulukların özerkliğinin veya dekolonizasyonun mümkün olmadığını savunuyor. Sömürgeleştirmeyi yalnızca devletin ve sermayenin gerçek anlamda ortadan kaldırılması sona erdirebilir.

Federalizm (Kavramsal)

Federalizm, anarşizmin en ayırt edici özelliklerinden biridir. Aynı zamanda anarşist örgütlerin nasıl yapılandırılması gerektiğine dair bir teori ve devrimci toplumsal örgütlenme için bir modeldir.

Federalizm, örgütlenmede her zaman özgürce anlaşmaya varılması gerektiğini savunur ve bu örgütlenme “aşağıdan yukarıya, çevreden merkeze” oluşturulmalı, “üst” organlar, alt-taban organlar tarafından kararlaştırılan görevleri yerine getirmekle yükümlü olmalıdır. Bir federasyonu oluşturan gruplar kendi kendilerini yönetir ve gönüllü olarak daha yüksek koordinasyon organları oluşturur. Daha yüksek seviyelerin, alt seviyeler üzerinde hiçbir şekilde yönetme gücü yoktur. Ancak bu, örgütlenmelerin birbirlerine karşı sorumlu olmadığı anlamına gelmez. (Rashid, 2020) Belirli bir temelde, ister toplumsal ister siyasi olsun, bir federasyona giren kişi ve örgütlenmeler, federasyonun kararlaştırılan ilkelerine göre yaptıkları eylemlerden sorumlu tutulur. Birbirlerine ve topluluğa karşı hesap verebilirlik, işçilerin birbirlerine değil yalnızca patronlarına, küçük işletmelerin işçilerine değil devlete ve devletin güçlü ticari çıkarlara karşı sorumlu olduğu kapitalist toplumun tam tersidir. Elbette ‘federalist’ bir temelde örgütlenmiş kapitalist devletler olsa da, federalizme gerçek devrimci içeriği ancak sosyalizm verebilir (Guérin, 1970). Yani, proleter federalizmi, burjuva federalizminden tamamen farklıdır.

Federalizm, işçilerin kendi işlerini doğrudan kontrol etmeleri, gerçek bir işçi özyönetimi temelinde sosyalizmi kurmaları ve dönüştürücü pratiklere yer açmak anlamına gelir. Dolayısıyla federalizm gerçekten de ‘aşağıdan sosyalizm’dir. Tarihten örnek vermek gerekirse, pek çok büyük sendikal örgütlenme federalist pratiklerle oluşturulmuştur. Bu örneklerin zirvesinde sayılabilecek olan anarko-sendikalist IWA (Uluslararası İşçiler Birliği), tümü federalizm temelinde faaliyet gösteren milyonlarca üyeye sahipti.

Federalizm genellikle ‘merkeziyetçiliğe’ karşı olarak düşünülür. Bu, koordineli faaliyet veya karar alma için merkezi bir alan olmadığı anlamına gelmez, daha ziyade herhangi bir toplumsal örgütlenmenin merkezi organının, parçaları üzerinde yürütme gücüne sahip bir azınlık oluşturmaması gerektiği anlamına gelir. Genellikle verimlilik adına böyle bir “merkeziyetçiliğin” kurulması, inisiyatifi ve özgürlüğü boğma eğilimindedir. Küçük azınlıklara ayrıcalıklar vererek bir örgütlenmede eşitsizlikleri büyütebilir.

Ekonomi konusunda da merkeziyetçilik sihirli bir değnek değildir. Bazı sektörlerde dev atölyeler ve fabrikalar kurularak daha iyi hizmet verilebilirken, diğerleri yerel üretim gerektirebilir. Federalizm, bu tür bir esnekliğe izin verir ve merkezileşme veya ademi merkeziyetçilik ile ilgili a priori kavramlar tarafından engellenmez. Her ikisinin etrafındaki dogmatizm de genellikle mevcut kapitalist toplumsal uygulamalardan çıkar.

Toplumsal Güç

“Toplumsal güç” terimi, anarşist literatürde “kolektif güç” ile birbirinin yerine kullanılabilen bir terimdir. Etkin olarak, kolektif hareket etme kapasitesi anlamına gelir. İnsanların çabalarını birleştirerek bir birey olarak yapabileceklerinden çok daha fazlasını başarabileceklerine dair oldukça anlamlı bir önermedir. İdeolojik düzeyde bu, liberalizmden bir kopuştur. Kapitalistlerin birer birey olarak başarılarının sadece kendi çabalarının ürünü olduğunu iddia ettiklerini bir düşünün. Ancak anarşistler için tüm emek, tüm üretim kolektif bir çabadır. Birey çalışırken bile, geçmişte teknoloji geliştiren, bilimsel keşifler yapan, toplumsal yaşamın yeniden üretimine temel oluşturan vb. insanların emeğinden yararlanır. (Rashid, 2020)

Kolektif eylem kapasitesi olarak toplumsal gücü genişletmek, anarşistler açısından, ezilen toplumsal kesimlerin mücadele etmek için bir araya gelme ihtiyacını dile getirmede anahtar bir fikir haline geldi. Bakunin bu kavramı aldı ve örgütlenmenin taktiksel ihtiyaçlarına göre genişletti:

“Halkın içinde, hükümetin ve bir bütün olarak egemen sınıfların gücünün ötesinde, büyük bir temel güç olduğu doğrudur, ancak örgütlenme olmadan temel güç gerçek bir güç değildir. Devletin gücünün temeli, halkın temel gücü üzerindeki örgütlü gücün bu yadsınamaz avantajıdır. Bu nedenle mesele, insanların isyan edip edemeyeceğini bilmek değil onlara başarılı bir sonuca ulaşmaları için gerekli araçları verecek bir örgütlenmeyi inşa edebileceklerini görmektir.” Mikhail Bakunin (Corrêa, 2009)

O halde anarşistlerin görevi, işçileri ve ezilenleri toplumsal güçlerinin dizginlerini kendi ellerine almaya, bu gücü örgütlenme yoluyla büyüterek devlete ve kapitalist sınıfa karşı kullanmaya teşvik etmektir.

Doğrudan Eylem

Toplumsal gücü kullanmanın ve teşvik etmenin bir yolu, doğrudan eylemdir. Anarşistler tarafından sıkça kullanılan bir tabirle, özünde hem stratejik hem de taktikseldir. Mücadelenin araçlarını ve amaçlarını, kapitalizm veya devlet olmaksızın işçilerin kendi kendilerini yönettiği bir toplumla ilişkilendirmeye çalışır. Doğrudan eylemin anlamı, işçi sınıfının belirli bir hedefe ulaşmak için -burjuva temsili ve yasal yolları atlayarak- kendi başlarına harekete geçmesidir. (Sparrow, 1997) Toplumsal gücün kolektif biçimde hareket etmesidir.

Doğrudan eylem terimi Fransız anarko-sendikalist Emile Pouget tarafından türetilmiştir. Pouget’ye göre kavram, işçilerin kendi mücadele araçlarını yarattığı sınıf çatışmasından doğmuştur. Doğrudan eylemde bulunan işçiler, kendilerini sadece liberal devletin vatandaşları olarak görmek yerine, kendilerini ve toplumun üreticileri olmalarından kaynaklanan güçlerini anlamaya başlarlar. İşçiler tarafından toplu olarak üstlenilen doğrudan eylem, kapitalist sisteme doğrudan bir saldırıdır. (Pouget, 1910)

Anarşist-Komünistler, küçük ölçekli ve bireysel eylemlerin ‘doğrudan eylem’ olarak fetişleştirilmesinden kaçınmaya çalışırlar. Bu, baskıcı koşullara karşı mücadele eden bireyleri desteklemediğimiz anlamına gelmez, ancak doğrudan eylemin esas anlamıyla anlaşılması gerekir. Yani, kitlesel, kolektif ve sınıf temelli eylemin dönüştürücü bir pratiği olarak.

Pratik

Anarşist siyasetin temeli, pratiğin  kavramsallaşması ya da teorinin eylem halinde somutlaşmasıdır.

Anarşist-Komünistlere özgü pratik, bir bireyin veya kolektifin -dünyayı değiştirmek için yapılması gereken eyleme özel bir vurgu yaparak- eylem ve teori arasında reflektif bir ilişki kurması anlamına gelir (Miami Autonomy and Solidarity, 2010). Bu, Marx’ın felsefi analizinde de özel bir öneme sahipti. Marx’a göre, teorideki çelişki ancak eylemde çözülebilir ve devrimci siyaset teorisini burjuva felsefesinden ayıran şey tam olarak budur. Bakunin de benzer düşüncelere sahipti; sosyalizmin kitlelerin bilinçli faaliyeti tarafından yaratılmak yerine bilim insanlarına ve aydınlara bırakılması halinde bunun sadece başka bir tiranlık olacağına inanıyordu (Bakunin, 1871).

Devrimci teoride başlangıç noktası, çelişkileri eylem yoluyla çözmeye yönelik materyalist bir toplum analizi olmalıdır (Marx, 1845). Bireyler ve kolektifler, böyle bir analizi esas alarak, dünyayı değiştirmek için üstlenmeyi seçebilecekleri eylemlere karar verirler. Üstlenmeye karar verdikleri eylem, yalnızca niyetlerine göre değil fiili sonuçlarına göre de analiz edilir ve böylece gelecekteki eyleme bilgi verilir. Körü körüne eylem kadar pratiksiz bir teori de faydasız olduğu için, bu temel kavram anarşist siyasetin temelini oluşturur (Federación Anarquista Uruguaya, 1972).

Pratiğin üstlenilmesi, topluma bilinçli ve aktif müdahale yoluyla çevremizdeki dünyayı değiştirmekle kalmaz, aynı zamanda onu üstlenenleri de dönüştürür. Bu nedenle, anarşizmin bireyci okullarının veya Marksizmin otoriter, öncü okullarının aksine, Anarşist-Komünistler işçi sınıfının tamamını harekete geçirmeye çalışırlar. Nihayetinde pratik, devrimcilerle sınırlı değildir.

Anarşist-Komünistler böylece işçileri kendi kendilerini yöneten faaliyetlerde bulunmaya teşvik etmeye çalışırlar. Toplumsal eylem yoluyla insanlar dünyayı değiştirme, kolektif arzularına göre yeniden şekillendirme kapasitesine sahip olduklarını fark ettikçe, bireylerin bilinci de dönüştürülür.

“Devrimciler için anlamlı eylem toplumdaki her bireyin güvenini, özerkliğini, inisiyatifini, katılımını, dayanışmasını, eşitlikçi eğilimlerini, öz-etkinliğini artıran ve onları mistifikasyondan uzaklaştırmaya  yardımcı olan her şeydir. Verimsiz ve zararlı eylemse kitlelerin pasifliğini, kayıtsızlığını, sinizmini, hiyerarşi yoluyla farklılaşmasını, yabancılaşmasını; kendileri adına bir şeyler yapmaları için başkalarına güvenmelerini ve bu nedenle başkaları tarafından -çoğu zaman onların adına hareket ettiği iddia edilen kişiler tarafından- manipüle edilebilme ihtimalini güçlendiren her şeydir.”

–Maurice Brinton (Brinton, 1967)

Özyönetim

Toplumsal güçten, doğrudan eylemden, pratikten yararlanarak ve bunları genişleterek, hem ekonomiye hem de anti-kapitalist mücadelenin örgütlenmesine uygulanabilir bir kavram olan öz yönetimi açıklamak önemlidir. Özyönetim, her düzeyden insanların “yaşamları, toplulukları ve işyerleri” üzerinde doğrudan demokratik kontrole sahip olmaları anlamına gelir. Terimin kendisi, tabandan sosyalizm veya anarşizm kavramını, yukarıdan aşağıya örgütlenme biçimlerini haklı çıkaran diğer devrimci sosyalizm modelleriyle karşılaştırmak için popülerlik kazandı (Keefer, 2018). Özyönetim hareketleri aracılığıyla, sınıf mücadelesinin içeriği, yetkilendirilmiş delegeler ve halk meclisleri gibi demokratik biçimlerle doğrudan bağlantılı hale gelir.

Anarşistlerin içerik üzerinden mücadele biçimlerini putlaştırdıklarına dair bir yanlış anlaşılma vardır. Bu doğru değildir. Anarşistler, biçim ve içerik arasında -karşılıklı olarak birbirini güçlendiren- diyalektik bir ilişki olduğuna inanırlar. İşçi sınıfı kökenli bir yönetici komite seçen bir halk hareketi hayal edin. Bu, hareketin ileri sürdüğü taleplerin sınıfsal temelini garanti etmez. Nispeten sorumsuz küçük bir klik kendi çıkarlarını üretebilir, diğer sınıf güçleriyle ittifaklar çerçevesinde kararlar alabilir vb. Daha ziyade, demokratik biçimler, bir hareketin halk kitlesinin, yani işçilerin, en azından sınıfın mücadelenin içeriği üzerinde demokratik denetime sahip olmasını sağlayan proleter taleplerde bulunabilmesini sağlar.

Ekonomi açısından özyönetim, işçilerin kendi emekleri ve çalıştıkları alanlar üzerinde doğrudan kontrole sahip olmaları anlamına gelir (Pannekoek, 1947). Bu araçlarla işçiler, teknik-bürokratik bir yöneticiler sınıfının gelişmesini önleyerek yabancılaşmanın üstesinden gelebilirler. Demokratik olarak kontrol edilen her işyerinden delegeler, endüstrileri ve topluluk temsilcilerini birleştiren kongrelere ve organlara gönderilir. Bu, üretim ve tüketim için aşağıdan yukarıya planların çalışmasına izin verir. Öz yönetim sistemi, ekonomiyi planlamak ve üreticilere dikte etmek için küçük bir kliğin seçildiği geleneksel Leninist modelin sorunlarından kaçınır. Bu tür modellerin aksine, anarşistler, merkezileşmenin her zaman en iyi üretim modeli olduğunu belirten bir yasa olmadığına inanırlar (Fabbri, 1922). Sorun, koordinasyon anlamında merkezileşmenin özerklikle dengelenmesidir (Price, 2014).

Öz yönetimin sosyalist içeriği garanti etmediğine dair eleştiriler var. Elbette bu doğrudur. Anarşistler tam olarak bu eleştiriyi yaparlar. Örneğin kooperatifler, patronları olmayan kapitalist işletmeler olarak işler. Belirli bir zamanda belirli sosyal ihtiyaçları karşılayabilirler ancak kapitalizmden devrimci bir kopuş arayan anarşist stratejinin özü değildirler. Bir devrimden sonra, üretim araçları işçiler tarafından ele geçirildiğinde sorun değişir. Sözde “fabrika sosyalizmi” çok gerçek bir sorun haline gelebilir. 

Örneğin İspanyol Devrimi sırasında, birçok fabrika, genel olarak işçilerden ziyade öncelikle işçilerinin çıkarlarıyla ilgilenen tamamen ayrı işletmeler olarak işledi. Bu da sınıf içindeki eşitsizliği yeniden üretti (Hill, 2020). Öte yandan, bazı sendikalar üretimi tamamen toplumsallaştırarak hızla komünist yapılara doğru ilerlediler (Guillamón, 2020). O halde Anarşist-Komünistler için, devrimci dönüşüm sırasında amaç, işçilerin ekonomik örgütlerini, giderek toplumsallaşan ekonomik üretim modellerine doğru özgürce hareket etmeye teşvik etmektir.

Mümküncülük (Reform)

Mümküncülük, sosyal reformlara ve bunların potansiyeline yönelik bir tutumu ifade eder. İmkansızcılar, kapitalizm altındaki her reformun -devrim gününü ertelediği için- “uğrunda savaşmaya değmez” ve anlamsız olduğuna inanırken, Anarşist-Komünistler bu konuda daha incelikli bir görüşe sahiptir. İşçilerin ve ezilenlerin kapitalizm altında kendi yaşamlarını daha katlanılabilir kılmak için savaşmamaları gerektiğine dair iyi bir argüman yoktur. Mümküncü görüşü benimseyen anarşistler için asıl nokta, reformların nasıl başarıldığıdır. 

Reform arayan devrimcileri sosyal demokratlar gibi gerçek reformistlerden ayıran şey, reformlar için verdikleri mücadele değil, onları başarmak için üstlenilen stratejiler ve hedeflerdir. Anarşist-Komünistler, seçim adayları, lobicilik veya benzeri yollarla reform peşinde koşmazlar. Öncelikle, bu yöntemler aslında çok daha az etkilidir (Malatesta, n.d.). Anarşist-Komünistlerin reform mücadelesinde kullandıkları stratejiler, doğrudan eyleme dayanarak işçi iktidarını inşa etmeye çalışır. Bu, işçileri ve ezilenleri güçlendirir, onlara kendi kolektif eylemlerinin toplumsal gücüyle yaşamlarında iyileştirmeler sağlayabileceklerini öğretir. Anarşistlerin bu sürece müdahalesi, mücadele biçimlerini olabildiğince doğrudan demokratik ve aracısız tutmaya yardımcı olmak ve herhangi bir reform hareketi içinde sosyalizm ve devrim fikri için propaganda yapmaktır. Hareketler güçlendikçe ve sınıf, kapitalistler ve devletle çatışmasının doğası ve sınırları konusunda daha bilinçli hale geldikçe, devrimci bir an potansiyeli artar.

İkili İktidar

İkili iktidar, işçilerin ve ezilen toplumsal grupların örgütlü gücünün burjuvazininkiyle rekabet ettiği bir an, bir durumu ifade eder (Lenin, 1917). İkili iktidar terimi, Rusya’daki Sovyet iktidarı ve Kurucu Meclis (Rus parlamentosu) iktidarı bir arada bulunurken Bolşevik lider Lenin tarafından icat edildi. Bu sürdürülebilecek bir durum değildi. Sonunda, bir anarşist olan Anatoli Zhelezniakov, burjuva Kurucu Meclis’inin dağıtılmasını emretti (Heath, 2005). Böylece, işçilerin örgütlü gücü, geçici de olsa Sovyetler aracılığıyla ifade edilmiş ve sosyalist geçiş potansiyeline kapı açılmıştır.

Anarşist-Komünistler ikili iktidar durumunu amaçlamazlar, işçi iktidarını kurmaya çalışırlar. Lenin’in tanımı doğruydu ve ikili iktidar terimi başka bir şeye atıfta bulunarak sular bulandırılmamalı. İşçi iktidarının inşası, yani işçilerin ve ezilenlerin kendi taleplerini burjuvaziye ve devlete dayatma kapasitesi bir durum değil bir stratejidir (Crossin, 2022). 

İşçi İktidarı

Literatürde Halk İktidarı veya Karşı İktidar olarak da kullanılan İşçi İktidarı, yukarıda açıklanan sınıf mücadelesi, doğrudan eylem ve özyönetim tanımlarıyla bağlantılıdır. Esasen işçilerin ve ezilen grupların devletten bağımsız olarak harekete geçme ve taleplerini yerine getirme kapasitesi için bir terimdir. (Corrêa, 2009) Proletaryanın toplumsal gücünün veya özerk gücünün hareketlerde, sendikalarda ve devrimci siyasi örgütlerde birikmesidir. İşçi iktidarı yaratılır, alınmaz. İşçi iktidarının doruk noktası, bu güçlerin örgütlendiği; kapitalizm ve devleti devirerek özyönetim temelinde sosyalizmi kurduğu zamandır.

İşçi İktidarı ayrıca sınıf içinde aktörler olarak gruplar ve bireyler için bir dereceye kadar özerklik talep eder. Güç, esasen hareket etme ve şeyleri dönüştürme kapasitesidir. İşçiler yalnızca bir sınıf olarak değil, aynı zamanda geniş işçi sınıfının bireyleri ve sektörleri olarak içinde bulundukları toplumu harekete geçirme ve değiştirme yeteneğinden yoksunlarsa, işçi iktidarı terimi yalnızca soyut olarak geçerlidir.

Devrim

Anarşist-Komünistlerin devrimden yana olduğunu söylemeye bile gerek yok. O zaman soru şu, devrim gerçekten ne anlama geliyor?

Devrim, yönetici sınıfın gücünün halk kitleleri tarafından parçalandığı ve devrildiği isyancı bir andır. Popüler kültürde bir diktatörlüğün devrilmesi ve onun yerine bir burjuva demokrasisinin geçmesi bir devrim olarak düşünülebilir. Ancak anarşistlere göre bu bir siyasi devrimdir. Bir yöneticinin yerini bir başkası alır, üretim sistemi ve devlet olduğu kalır. Anarşist-Komünistlerse toplumsal bir devrim peşindedirler.

Bu, toplumun sömürüye dayalı bir toplumdan, başka bir deyişle kapitalizmden, kendi kendini yöneten bir sosyalizme dönüşmesidir. Anarşist devrim, üretim araçlarındaki özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasını ve hükümetin ortadan kaldırılmasını amaçlar. Bu, orduyu, parlamentoyu, polisi ve yargıyı içerir (Malatesta 1920).

Toplumsal devrim ulusal bir mesele değildir. Anarşistler, dünyayı kendi kendini yöneten topluluklar ve aşağıdan yukarıya örgütlenmiş komünist üretimden oluşan yeni bir uluslararası federasyona dönüştürerek, devrimi tüm sınırların ötesine yaymaları için işçileri teşvik etmeye çalışacaklardır. Yol boyunca, toplumsal yaşam yeniden inşa edilirken tüm tahakküm biçimlerine meydan okunacak ve ortadan kaldırılacaktır. Devrim, yalnızca işçilerin üretim araçlarını ele geçirmesiyle değil, devletin de parçalanmasıyla başlar. Devrim, yasalar ve hükümetler tarafından kısıtlanmadan halkın harekete geçirilmesi, özgürleşmenin pratiğidir (Fabbri, 1921).

Enternasyonalizm

Enternasyonalizm -yalnızca etik bir değer olarak değil- mücadele açısından hayati bir kavram olarak anarşizmin temelidir. Kapitalizm uluslararası bir sistem olduğundan, kapitalizme karşı mücadele de ancak uluslararası olabilir. İşçilerin ulusal sınırlarla bölünmesi, nihayetinde kurtuluşu baltalar. Belirli bir emperyalist ulus devletin işçilerinin alabileceği faydalar, çoğu zaman diğer ülkelerdeki işçiler pahasına gelir. Uluslar arasındaki bölünme ne kadar büyürse, işçi hareketi o kadar bölünür ve emperyalist ulusların işçileri bile kendi güçlerini kapitalist sisteme dayatma konusunda o kadar zayıflar (Rocker, 1938). Bu nedenle, anarşistlerin emek mücadelelerinde enternasyonalizmin önemini açıklamayı hedeflemeleri hayati önem taşımaktadır.

Ayrıca milliyetçilik, işçileri rakip kapitalistlerin savaş çabalarına kurban eder. İşçilerin kâr uğruna feda edilmesine karşı çıkan anarşist anti-militarizm, önemli bir ajitasyon noktası haline gelir. Bu, kendi amaçlarımız için şiddet uygulamaktan vazgeçmek değil, daha çok ulus devletlerin ordularına ve onların kapitalist sınıflarına karşı durmaktır (Tiguan, 2022). Emperyalist ülkelerdeki işçiler için bu değer, devrimci bozgunculuk anlamına gelir. Devrimci bozgunculuk, emperyalist bir burjuvazinin mücadelesi sırasında o ülkenin işçilerinin kendi uluslarının emperyalist fetihlerinde başarısız olduğunu görmek için savaşacakları anlamına gelir. Başka bir ulusu ezmek ve işgal etmek için işçilerin hayatlarının feda edilmesine karşı propaganda yaparlar ve emperyalist savaşı sınıf savaşına dönüştürmeyi amaçlarlar (Nilsen, 2022).

Anti-emperyalizm söz konusu olduğunda, Anarşist-Komünistler diğer anarşist ekollerin aşırı solcu hatalarından kaçınmaya çalışırlar. Bazı anarşistlerin ve devrimci sosyalistlerin tüm ulusal kurtuluş mücadelelerini burjuva milliyetçiliğiyle eşitlediği bir tuzak var. Bir yandan, ulusal kurtuluş mücadeleleri kaçınılmaz olarak burjuva ve küçük-burjuva unsurları içerir; somut mücadele zorunlu olarak tüm sınıfları harekete geçirir. Ancak anarşistler için somut olarak ezilen bir ulustaki işçilerin, “milliyetçilik” tuzağına düştükleri gerekçesiyle ulusal kurtuluş mücadelesinden uzak durmasını önermek suç olur (Bonanno ve diğerleri, 2019).

Asıl nokta, stratejik katılım sorunudur. Anarşist-Komünistler, işçilerin herhangi bir ezilen ulustaki insanların büyük çoğunluğunu oluşturduğunu söyler. Bu gruplar mücadeleyi bağımsız bir temelde üstlenebilirler. Bu, burjuva ulus inşası projesine dahil olmayı gerektirmez, emperyalist ülkelerdeki devrimci bozguncu işçilerle ittifak yapma potansiyeline de karşı çıkmaz. Ulusal kurtuluş hareketlerinden kaçınan anarşist ve devrimci sosyalistlerin, bu tür mücadelenin burjuva içeriğini yalnızca daha kaçınılmaz hale getirdiği kesindir. Anarşistler katılmalı, halkı programlarına kazandırmalı ve ulusal kurtuluşu enternasyonalist, sosyalist bir devrime doğru daha da ileri götürmelidir. (Price, 2017)

Son olarak, enternasyonalizm devrimci dönemde hayati öneme sahiptir. Herhangi bir bölge devrimci bir süreçten geçmeye başladığında, kaçınılmaz olarak tecrit edilecek ve burjuva güçlerin saldırısına uğrayacaktır. Devrimcilerin saf idealleri ne olursa olsun, neyin ulaşılabilir olduğunu maddi koşullar belirleyecektir. Uzun süreli izolasyon, dejenerasyonu kaçınılmaz hale getirir. Uluslararası devrimci hareketin gücü, herhangi bir potansiyel devrimci durumu korumada, savunmada ve genişletmede temel olacaktır. Enternasyonalist örgütlenme devrimci kopuştan ne kadar önce gelirse, devrim içerik olarak o kadar enternasyonalist olacaktır.

Geçiş Dönemi ve Anarşist Kademecilik

Uluslararası devrim kavramını genişletebilmek için, kapitalizm ve sosyalizm arasındaki sözde “geçiş dönemi”nin anarşist anlayışlarıyla da ilgilenmek zorundayız. Anarşistlerin, kapitalist toplumsal ilişkiler ile komünizm arasında bir günde gerçekleşecek büyülü bir devrimci dönüşüme inandıklarına dair bir mit vardır. Hiçbir şey gerçeklerden böylesine uzak olamazdı.

Kapitalizmden sosyalizme geçiş süreci iki temel faktöre dayanmaktadır. Burjuvazi ve onun devletinin yenilgisi ve bastırılması ile sosyalist bir toplumun yeniden inşası. (Federazione dei Comunisti Anarchici, 1985) Bunların hiçbiri basit değildir ve başarılması uzun yıllar alacaktır.

Var olan burjuva ordusu ortadan kaldırılmalıdır. Farklı uluslar, ordunun gerici tehdidiyle yüzleşmede farklı görevlerle karşı karşıya kalacaklardır. Bazı ulusların hala, nüfusun çoğuyla yakın bağları olup  askere çağrılmışlardan oluşan büyük orduları var. İşçiler ve ordunun alt kademeleri arasındaki ilişkiler, daha küçük, yüksek eğitimli ve profesyonel orduların olduğu ülkelerde olmayan irtibat ve isyan fırsatları sunabilir. Bu tür ülkelerde -nüfusun genellikle silahlı ya da savaşta eğitimli olmadığı göz önüne alındığında- ordunun ekonomik izolasyonu ve felç edilmesi kilit nokta olacaktır.

Yeni popüler toplumsal örgütlenme biçimleri, ekonomik örgütlere benzer protokollerle kurulmuş milisleri örgütlemek zorunda kalacaktır. Demokratik yapılar, zorunlu roller, subaylar ve askerler arasında ayrım yapılmaması, sivil organlara hesap verme sorumluluğu ve durumun izin verdiği ölçüde kurumların mümkün olduğunca az kalıcılığı. Burjuvazinin askeri yenilgisinde temel faktör, arazi ve hatta silahlar değil, halkın olumlu iradesidir (Guillén, 1969/1973, s. 242). Ayrıca, devrimci topraklardaki güçler ile başka yerlerde devrim için savaşanlar arasındaki mücadeleyi birbirine bağlayan uluslararası organların oluşturulması gerekecektir.

Ekonomik yeniden yapılanma açısından, işçiler derhal üretimi yeniden başlatmak zorunda kalacaklardır. Hiçbir devrim, insanları aç bırakarak kazanılmadı. Üretken endüstrilerin temsilcileri bölgesel, ulusal ve uluslararası federasyonlarda bir araya gelerek, işçilerin yönetimi altındayken ekonomik konulara en acil ve pratik çözümleri bulmak zorunda kalacaklardır. Sanayi ve tarım sektörleri arasında, uygun tedarikin her iki yönde de çalışmasını sağlayacak anlaşmalar yapılması gerekecektir. Kasabalardan şehirlere, okullara ve tren hatlarına kadar her şey yeniden yapılandırılabilirdir. Devrim, işçilerin yaratıcı kapasitesini sermayenin kısıtlamalarından kurtaracaktır. Sorunlara merkezi olmayan, yerel ve ekonomik olarak federe, uluslararası çözümler bulunacaktır.

Ara ekonomik biçimlerin tam olarak nasıl şekil alacağını belirleyemiyoruz. Kendi geçimlerini sağlamak zorunda kalan işçiler özgür yaratımının öznesi olacaktır. Anarşist kademecilikle kastedilen budur (Malatesta, 1925). Bir gecede komünist bir toplum beklemiyoruz, anarşistlerin tamamen komünist uygulamalara doğru toplumsal yeniden örgütlenmeyi teşvik edeceği, kapitalist üretime alternatifler içeren bir deney bekliyoruz (Kropotkin, 2015, s. 29-39).

Özgür örgütlenmeye ve aşağıdan yukarı doğru inşaya olan bu bağlılık, anarşizmin ayırt edici bir özelliğidir. Anarşist-Komünistler, liberter amaçların otoriter yollarla elde edilebileceğine inanmazlar. Anarşizm, mümkün olduğu kadar, ne sömürücü olmayan sınıflar arasında gereksiz bir çatışmaya davet eden ne de otoriteyi milyonlarca insanın hayatını planlamakla görevli küçük bir kliğe devreden aşamalı bir çözüm bulmaya çalışır. Yalnızca ekonomik olarak uygulanabilir değil, aynı zamanda sosyal olarak en adil ve özgür biçimleri üreten pratik çözümler bulunmalıdır. (Malatesta 1925)

“Biz dayatmadan çok anlaşmaya, zorlamadan çok bilgiye, yetkiden çok özgürlüğe güveniriz. Bu yüzden özgürlükçüyüz.”

-Gerardo Gatti

Çeviri: Mercan Doğan, Umut Adnan Aydemir