Devletler, tarihte sayısız kere devrimcilere yönelik gerek hukuk yoluyla, gerek farklı şekillerde çeşitli komplolar kurmuştur. Bazen bütün hukuk temsilcilerinin, devlet ve şirket medyasının cinayeti örtbas etmek için seferber olduğu İtalyan anarşist demiryolu işçisi Pinelli’nin katledimesinde olduğu gibi geniş çaplı, bazen ise bunun yanında küçük ve sanırım en nihayetinde komplo sayılabilecek telefon dinleme, fiziksel takip hareketleri. Gerçekten de devletin devrimcilere yönelik komplolar kurması bir gelenektir. Öyle ki, 1898 yılında, Roma’da, anarşistlere karşı ortak bir tavır belirlemek; polisiye tedbirleri yaygınlaştırmak amacıyla farklı devletlerin katıldığı gizli bir konferans gerçekleşmişti. Bu “anti-anarşist konferans”, 1860’lardan beri Rus Çarları, İtalya Kralları, İspanyol bakanlar, hanedan üyeleri; birçok patron, bankerin suikaste uğradığı, Birleşik Devletler’de işçi direnişlerinin kanla bastırılmasının intikamının, örneğin tamamen bağımsız bir şekilde Avustralya Başbakanının öldürülerek alındığı Eylemle Propaganda döneminin ortalarında yapılmıştı. Şimdi çoğumuzun bildiği Interpol’un temelini atan konferanslardan birisi buydu.
Çeşitliliği sayısız olan bu tür komplolardan birisi de 2009 yılında, Şili’de yaşandı. 22 Mayıs’ta sabahın ilk ışıkları henüz gözükmezken, genç bir anarşist olan Mauri, aldığı talihsiz kararla birlikte sırt çantasındaki patlayıcıyla, bisikletiyle jandarma okuluna eylem gerçekleştirmek üzere Santiago sokaklarında ilerliyordu. Ancak bir hata sonucu bomba üzerinde patlamış, yaşamını yitirmişti. 2005 yılından bu yana Şili devletinin yürüttüğü “Bomba Vakaları” davasında Mauri’nin de isminin geçmesiyle birlikte anarşist harekete yönelik komplonun ilk adımlarını atmak için devlete yeterli zemin sağlanmıştı.
Mauricio “Punky Mauri” Morales (1982-2009)
“Pratik olmadan fikir bir hiçten, teorik bir saçmalıktan ibarettir. Fikir ve eylem aynı olmalıdır. Silahlanın, güzellikle saldırın, ta ki her şey patlayana kadar… Çünkü unutulmamalıdır ki adaletsizliği sürdürenlere yönelik her türlü şiddet, bizlere yüzyıllardır uygulanan eziyet karşısında tamamen adaletlidir.”
-Mauricio Morales
Arkadaşlarının aktardığına göre Mauri sisteme öfkeli, tıpkı diğerleri gibi sıradan bir gençti. Ailesiyle ve kız arkadaşıyla ilişkileri iyi olan bir öğrenciydi. Kendini zorlamayı seven, devleti, kapitalizmi eleştiren genç bir anarşistti. Oldukça sosyal, sevecen birisiydi. Farklı insanları bir araya getirmek, örgütlemek onun işiydi. Otonom Kültür Merkezi “Cueto” (Masal)’nun kuruluşundan beri oradaydı. Cueto’da üniversite öğrencileri ile ders çalışır, yoldaşlarıyla etkinlikler düzenlerdi.
Bu etkinliklerin artmasıyla Cueto’da yeni alanlar açılmış ve Mauri orada yaşamaya başlamıştı. Mauri’nin işi genellikle kütüphaneyle ilgilenmekti. Sürekli orada bulunur, çeşitli etkinlikler örgütlerdi. Cueto’da üç yıl kadar mücadele etti. Bu süre içerisinde mahalleli çocuklarla olan oldukça yakın ilişkileriyle onlarla birlikte bir atölye kurdu. Herkes onu “el Mauri” olarak tanırdı. Mauri yaşamını yitirdikten sonra çocukların annelerinden birisi Mauri için “Çocuklar onu asla unutmayacak, çünkü Mauri onlara çok iyi davranıyordu.” demişti.
Mauri’nin yazılarından bazı kısımlar şöyle: “Modern köleliğin konforu insanlığı duyarsız makineler haline getirdi. Anarşinin canlılığı basit bir ürün olmayı reddetmekten öte, sisteme keskin bir bıçak darbesi olmakta yatıyor.”
“Kişi onurunu korumak için ideallerinden vazgeçmemelidir. Bize şiddet yoluyla boyun eğdirmeye çalıştıklarında, en zor zamanlarımızda bile güçlü olmalıyız. Eğer kabul edersen, susarsan, itaat edersen bittin demektir.”
“Caso Bombas” (Bomba Vakaları)
Santiago’nun doğu bölgesinden bir savcı, 2005 yılından bu yana bankalara, alışveriş merkezlerine, medyaya, siyasi parti binalarına, kiliselere ve devlet binalarına yapılan bombalı eylemleri araştırmak ve derlemekle görevlendirilmişti. Ancak araştırmada kayda değer bir şey yoktu; ta ki Mauri yaşamını yitirene kadar… 100’den fazla patlamayla ilişkilendirilen 20 kişiden biri de Mauri’ydi. Halihazırda devletin medyası işgal evlerinin bombalı eylemlerle ilişkisi olup olmadığı konusunda yoğun bir gündem yaratıyordu. Hatta bazı işgal evlerine baskın bile olmuştu. İşte Mauri’nin yaşamını yitirmesi böyle bir atmosferde gerçekleşti. Devlet anarşistlere komplo kurma geleneğini 21. yüzyılda yineleyecekti. Devletin medyası Mauri’yi bu komplonun ilk görünen yüzü haline getirdi. Bu olayla beraber devlet Mauri’yle ilişkisi olanları da araştırma kapsamına almış, anarşistlere yönelik yoğun baskıya girişmek için gerekli ortamı hazırlamıştı. Bu hazırlığın ardından devlet vakit kaybetmeden Salamandra Operasyonu’nu başlattı.
Salamandra Operasyonu (2010)
14 Ağustos’ta savcı Ricardo Peña, Santiago ve Valparaiso bölgelerinde BIPE (Araştırma Polisi), ERTA, GOPE (Polisin Özel Güçleri)’nin ve çokça helikopter ve polis arabasıyla 17 şafak baskınının gerçekleştiği “Salamandra Operasyonu”nun başlaması için emir verdi.
Polis operasyonda gözaltına aldıklarının bu bombalarda doğrudan bağlantısı olduğunu iddia ediyordu. İlk baskın La Crota işgal evine GOPE tarafından yapılmış, altı anarşist gözaltına alınmıştı. Gözaltına alınan altı kişiden üçü tutuklandı: hakkında tutuklama emri olan Mónica Caballero ve ellerinde TNT izi tespit edilen diğer iki anarşist. Sonraki polis baskını Sacco ve Vanzetti Kütüphanesi’ne ERTA ve BIPE tarafından yapıldı. Plastik mermilerle işkence uygulanan baskında aralarından birinin tutuklandığı beş anarşist gözaltına alındı. Aynı zamanda polis 14 eve daha baskın yapmıştı. Bu ev baskınlarında gözaltına alınanların arasında Francisco Solar da vardı. Devletin bu operasyonu sonucu 14 anarşist gözaltına alınmış, 14 kişiden sekizinin yargılama gerçekleşene kadar geçici hapis cezasına çarptırılmasına karar verilmişti.
O dönemde Şilili anarşistlerin operasyon sonrası yazdığı bir bildiride söylendiği şekliyle Caso Bombas, sürekli gazete manşetlerine başlık olan, ana karakterlerin yani İçişleri Bakanı’nın, savcının ve onun polislerinin “istenmeyen” anarşistleri yakalamaya çalıştığı kötü bir roman gibiydi. Oradaki anarşistlere göre Bomba Vakaları romanının başlangıcı 10 Eylül 2006’ya, Şili halkının diktatörlüğün katlettiklerinin ve kaybettiklerinin yasını tuttuğu, diğerlerinin ise diktatörlükten pek de farklı olmayan bir demokrasiden hoşnutsuzluklarını sergiledikleri tarihi bir anın arifesinde dayanıyor.
Böylesi bir dönemde devletin sarayının içine bir molotof atılmıştı. Sarayın bir odasının alevler içindeki görüntüsü tüm dünyaya yayılmıştı. Bundan iki hafta sonra geniş bir polis birliği, devletin basınının çarpıtıcı rolü sayesinde bir anda “molotofçuların,” “vahşi suçluların,” “vandalların” bir derneği haline gelen “La Mansion Siniestra” işgal evine baskın düzenledi. 2006’da yaşanan bu senaryo, 2010 yılında “Salamandra Operasyonu” ile 14 anarşistin gözaltına alınmasının bir benzeriydi.
Polis La Mansion Siniestra’ya baskın düzenlediğinde kanıt arama gereği görmemişti, çünkü bomba yapım malzemesi olarak ele geçirdikleri şeyler sıradan ev eşyalarından başka bir şey değildi. Ortada molotof falan da yoktu. Adli süreç boyunca, devletin komplosuyla suçlanan 6 anarşistin en kötü ahlaki sapmalara sahip olduğu olduğu iddia edildi; beş yıla kadar olan hapis cezalarına meşruluk kazandırıldı.
Ama eyvah! Bir hata oluvermişti (!) Suçlamaların asılsız olduğu, dünya devletlerinin anarşistlere yönelik haksız suçlama geleneği bir kez daha ortaya çıkmış, polisin maskesi düşmüştü. Yine bu devlet klasiğinin devamı olarak 6 anarşistin ve arkadaşlarının el konulan kişisel eşyalarından, geri dönüşü olmayan fiziksel ve psikolojik cezalardan ve verilen zararlardan hiçbir kurum sorumlu tutulmamıştı. İşte 2006’daki bu olayın üzerinden geçen dört yıldan sonra devletin anarşistlere yönelik baskısı değişmemiş, “Salamandra Operasyonu” gerçekleşmişti.
Dönemin İçişleri Bakanı Rodrigo Hinzpeter’in televizyonda yaptığı şu açıklama, Salamandra Operasyonu sonrasında ve genel olarak medya yoluyla devletin yaptığı manipülasyonu anlamak için yeterlidir: “Bu kişiler çok genç Şili vatandaşları. Yaşları 20 ila 40 arasında değişiyor. Hepsi aynı ideolojiyi paylaşıyor: anarşizm. Bu zaten dünyanın geri kalanının ve bizim ülke olarak örgütlenme şeklimiz. Ama onlar “toplumsal düzeni bozma savaşı” dedikleri yolu seçiyorlar ve TNT ve barut kullanarak nefret ettikleri şeyleri temsil eden her şeyi patlatıyorlar”. Devletin komik görünen açıklamaları bununla sınırlı kalmıyor, yine başka bir televizyon programında sunucunun bir kitabın, işgal evinin odasındaki posterin, kuru üzümün neden “güçlü bir kanıt” olarak sunulduğunu sorması üzerine aldığı cevap “Tamamen alakasız da olabilir.” olmuştu.
Baskıyı ilk elden yaşayan anarşistlerin aktardığına göre, Şili devletinin saçma görünen bu hareketlerinin altında yatan şey, aslında Bomba Vakaları’nı yapan kişileri tamamen liderleri olan hiyerarşik bir örgüt üzerine teorize etmesi ve yaşlı kişileri örgüt lideri olmakla suçlamasıydı. Devlete göre hiyerarşisiz bir örgüt olamazdı, onu eleştirenler bile hiyerarşik bir şekilde örgütlenmek zorundaydı. Şili devletinin yasalarında tanımladığı “illegal örgütlenme” modeli hiyerarşik, merkezi pozisyonların olduğu bir örgütlenmeydi. Bu nedenle devlet, bombalı eylemleri gerçekleştiren anarşistlerin kim olduğuna dair ortaya bir kanıt koyamadığını doğruluyordu.
2012 yılında tüm bunlar olurken 10 tutsak anarşist açlık grevine başlamış, Şili ve dünya çapında sayısız dayanışma eylemi gerçekleşmişti. Bazı tutsakların serbest bırakılmasıyla 11 gün süren açlık grevi kısmi kazanımla sonuçlanmış, ancak sonraki duruşmanın ardından tutsak anarşistlerin tümü serbest bırakılmıştı.
2020: Yeni Caso Bombas
24 Temmuz 2020’de polis üç eve baskın yaparak iki anarşisti gözaltına aldı: 2010 yılında devletin Bomba Vakaları bahanesiyle yaptığı Salamandra Operasyonu’nda gözaltına alınan 14 anarşistten ikisi olan Mónica Caballero ve Francisco Solar.
Bu iki anarşist 2012’de serbest bırakılmalarından sonra 2013 yılında İspanya’nın Zaragoza bölgesinde bulunan Basilica del Pilar Kilisesi’nde faşistler için önemli olan bir anıta bombalı eylem gerçekleştirip İspanya devleti tarafından 12 yıl hapis cezası almış, ancak sonradan hapis cezaları sınır dışı edilmeye çevrilmişti. İspanya ve Şili devletlerinden aldıkları çeşitli cezalarla halihazırda 10 yıl kadar tutsak kalmış olan Mónica ve Francisco, 2019’dan beri yaptıkları bombalı eylemler için gözaltına alınmışlardı. Bu bombalı eylemlerden birisi televizyonda Şili’nin ve bütün diğer ülkelerin anarşist olduğunu söylediği trajikomik açıklamayı yapan ve komplonun başını çekenlerden biri olan Eski İçişleri Bakanı Rodrigo Hinzpeter’in ofisine 25 Temmuz 2019’da kargo yoluyla gönderilerek yapılmış, birisi 27 Şubat 2020’de Santiago’da bulunan Huechuraba polis merkezinde patlayarak birkaç polisi yaralamış, iki tanesi de yine aynı gün Santiago’da bulunan Tánica (lüks bir otel şirketi) binasında patlamıştı.
Hapis cezasıyla sonuçlanan mahkeme sürecinde ikisinin de savunması “Devlete ölüm, yaşasın anarşi!” olmuştu. Tutuklanmalarının ardından Mónica ve Francisco’nun sesleri bazen Brezilya’da yoldaşlarının dilinde bir slogan, kurdukları barikat, bazen Seattle’da ATM camında patlayan bir taş olmuş, Fransa’da, Barselona’da şirketlerin araçları, Fransa Cavallion’da askeri fabrika, Santiago’da polis arabaları molotofla ateşe verilmiş, tüm dünyada sayısız dayanışma eylemleri yapılmıştı. Mónica ve Francisco bugün tutsak, anarşizmin yüzlerce yıllık mücadele tarihinde yaşamış olan birçok anarşistin deneyimlediği gibi. Ancak bu tarihin ve tutsakların seslerinin tüm dünyada sokaklara taşınmasının bize tekrardan gösterdiği bir şey var: Anarşizm tutsak alınamaz.
Umut Adnan Aydemir
Kaynaklar:
theanarchistlibrary.org/library/caso-bombas
www.youtube.com/watch?v=_j4hXQc-VmI
prisonersolidarity.com/prisoner/m-nica-caballero
actforfree.noblogs.org
anarchistnews.org/tags/monica-caballero
enoughisenough14.org/tag/monica-caballero/